MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/XXI

“Sen yaklaşınca ısıttın mı canım, ısıttın mı güneşe benzersin.

Ey uzaklardan yakın olan sevgili, gel… gel sevgilim gel.” Hasan Çıkar Dede

124. Onun (Şems’in) adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vâcip oldu.

125. Can, şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf’un gömleğinden koku almış!

126. “Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hâllerden tekrar bir hâli söyle, anlat.

127. Ki yer gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın” diyor.

128. “Beni külfete sokma, çünkü ben şimdi yokluktayım. Zihnim durakladı, onu övmekten âcizim.

129. Ayık olmayan kişinin her söylediği söz -dilerse tekellüfe düşsün, dilerse haddinden fazla zarâfet satmaya kalkışsın- yaraşır söz değildir.

130. Eşi bulunmayan o sevgilinin vasfına dâir ne söyleyeyim ki bir damarım bile ayık değil!

131. Bu ayrılığın, bu ciğer kanının şerhini şimdi geç, başka bir zamana kadar bunu bırak!”

132. (Can) dedi ki: “Beni doyur, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir kılıçtır.

133. Ey yoldaş, ey arkadaş! Sûfî, vakit oğludur. ‘Yarın’ demek yol şartlarından değildir.

134. Sen yoksa sûfî bir er değil misin? Vara, veresiyeden yokluk gelir.”

135. Ona dedim ki: “Sevgilinin sırlarını gizli kapaklı geçmek daha hoştur. Sen, artık hikâyelere kulak ver, işi onlardan anla!

136. Dilberlere ait sırların, başkalarına ait sözler içinde söylenmesi daha hoştur.”

137. O, “Bunu apaçık söyle ki dini açık olarak anmak, gizli anmaktan iyidir.

138. Perdeyi kaldır ve açıkça söyle ki ben, güzelle gömlekli olarak yatmam” dedi.

139. Dedim ki: “O apaçık soyunur, çırçıplak bir hâle gelirse ne sen kalırsın ne kucağın kalır ne belin!

140. İste ama, derecesine göre iste; bir otun, bir dağı çekmeye kudreti yoktur.

141. Bu âlemi aydınlatan güneş, bir parçacık yaklaştı mı, her şey yandı gitti!

142. Fitneyi, kargaşalığı ve kan dökücülüğü araştırma, Şems-i Tebrizî’den bundan fazla bahsetme.

143. Bunun sonu yoktur; sen yine hikâyeye başla, onu tamamlamana bak!”

Hazreti Mevlâna, “Can, şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf’un gömleğinden koku almış” derken, Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf sûresinde anlatılan kıssayı hatırlatır bizlere. 

Kıssada, Yusuf’un kaybolmasıyla birlikte Yâkub’un ağlamaktan gözlerinin kör olması; fakat Yusuf’un gömleği Yâkub’a götürüldüğünde, gömlekten aldığı koku ile gözlerinin tekrar görmeye başlaması anlatılmaktadır. 

Hazreti Mevlâna da, Şems-i Tebrizî’yle buluşunca, canı, kâl u belâda ezelden âşinâ olduğu Hakk’ın kokusunu aldı.

Canı, yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hâllerden tekrar bir hâli dile getirmesini, anlatmasını istedi, ki yer gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın. Yâni, onu dinleyenler de o hâllerden koku alsınlar, gözlerindeki perdeler kalksın ve bu sebeple sevince ve neşeye dalsınlar.

Fakat hem anlatmak istiyordu hem de bulunduğu yokluk âleminden çıkıp söz söylemeyi külfet olarak görüyordu ve, “Beni külfete sokma, çünkü ben şimdi yokluktayım. Zihnim durakladı, onu övmekten âcizim” diyordu.

Zirâ, Hasan Dedemiz de, “Bir insan ne kadar kendini yoklukta tutarsa, o nispette Hakk’ın güzellikleri onda zuhûrunu gösterir” diye buyurmaktadır.

Hasan-ı Zarîfî bu beyitlerle ilgili olarak, “Allah yolunun tâlipleri ve hidâyet yolunun sâlikleri, Mevlâna’dan, Şems-i Tebrizî ile yapılan önceki sohbetlerin ve meclislerin hakkı için, tarîkat sülûkunun açıklanıp aydınlanması ve Rahmânî rahmetin inmesine sebep olması için o hoş hâllerden kendilerine biraz anlatmasını ısrarla istediler” diye açıklıyor.

Nitekim, Hazreti Peygamber Efendimizin, “Sâlih kimseler anıldığında, Allah’ın rahmeti iner” diye buyurduğu üzere, Mevlâna’nın büyük bir aşığı ve hayranı olan Mithat Bahârî Beytur da, Mevlâna için bakın nasıl bir dil sarfediyor ve diyor ki: “Mevlâna’nın bütün sözleri, birbirinden üstün nüktelerle doludur. Bunlardan her biri güneşten bir nur mudur? Cennetten bir parça mıdır? Baharın nurundan bir kaynak mıdır? Bilmiyorum… Fakat, o büyük ve mükemmel insanı, o Tanrı sevgilisini sevenlerin gönüllerinde şevk denizleri dalgalanır, şimşekler çakar, gök gürülder, rahmet yağmurları yağar…”

Beyitlerin devamında Mevlâna, “Ayık olmayan kişinin her söylediği söz -dilerse tekellüfe düşsün, dilerse haddinden fazla zarâfet satmaya kalkışsın- yaraşır söz değildir” diyor ve “Eşi bulunmayan o sevgilinin vasfına dâir ne söyleyeyim ki bir damarım bile ayık değil!” diyerek, bu ciğer kanıyla dolu ayrılık hikâyesinin şerhini başka bir zamana bırakmak istiyor.

Hasan-ı Zarîfî, “Aşk aşıklarının ve Allah sarhoşlarının her ettiği söz, tekellüf ve anlamsızlıktan uzaktır. Zirâ, onların sözü laf olsun diye söylenmemiştir, her hâlde insan kelâmından daha yücedir, çünkü onlar kendi benliklerinden konuşmazlar, Allah tarafından, ‘benimle konuşur’ hadîsi mûcibince konuşurlar” der ve “Ey âlemin biriciği ve ey insanoğlunun hülâsası! Bu sözü can kulağıyla dinle” diye seslenir, “Aşk akılsızlığı ve Allah muhabbetinin sarhoşluğu bin akla değer, âlemin bütün akıllılarından daha güçlüdür…Mevlâna, ‘başka bir zamana bırak’ derken, buradaki zamanla kastedilen istiğrak zamanıdır, başka bir vakitten kastedilen de akıl dairesine iniş zamanıdır.”

Nitekim Hasan Dedemiz de buyurur ki: “Allah aşıkları, bir devre gelir ki hiçbir şey bilmez olurlar. Bilgiyi ‘Bilen’e, yâni asıl sahibine teslim etmişlerdir de onun için böyledirler. Onlar, başkalarının gözünde ahmak ve anormal görünebilir ama aslında normal olan odur, çünkü o artık Allah bilgisine sahip olarak başkalarının yetişmesine sebep olacaktır. Bu hâle, istiğrâk, yâni Allah aşkının coşkusuyla kendinden geçme hâli denir. O, başkalarını yetiştirmeye başlayınca fark hâline gelir, yâni birlik âlemine gelir. Aşıkların istiğrâk hâlinde kalması iyi değildir. Onların o hâlden uyanıp gittikleri yere bizi de götürmeleri lâzımdır. Çünkü o hâl, ancak kendilerini kurtarır. Bu lütufa nâil olmuş bir insan o nimetten bizi istifâde ettirmiyorsa, onun ahlâkı ‘kerîm’ yâni cömert değildir. Öyle bir insanın hâli noksanlıktır. Allah’ta fânî olan insan, o zevki bırakıp bizim seviyemize inecek ki bizi kurtarabilsin.”

Pîrimiz Mevlâna, “Diri aşk, ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur. O dirinin aşkını seç ki bakîdir ve canına can katan şaraptan sana sâkilik eder. O‘nun aşkını seç ki bütün peygamberler, onun aşkıyla kuvvet ve kudret buldular, iş güç sahibi oldular. Sen ‘Bize o padişahın huzuruna varmaya izin yoktur’ deme. Kerîm olan kişilere, hiçbir iş güç değildir” der.

Ve böylece bizleri, ‘sûfî vaktin oğludur’, bugünün işini yarına bırakma, diyerek uyarır ve her boş geçen vaktin keskin bir kılıç olduğunu belirtir. Zirâ, ömür çabucak geçip gidiverir. Peygamber Efendimizin, “Dünya bir andır, onu tâatle geçir” diye buyurduğu üzere, insan kendisine bahşedilmiş olan değerli ömrü zâyî etmemelidir.

Mevlâna, Sevgilinin, yâni Hakk’ın, söylenmesi istenilen sırlarını, dinleyenin idrâki miktarınca anlayabilmesi için, hikâyelerle perdeleyerek dile getirir ki, aksi takdirde, buyurduğu üzere, ‘O apaçık soyunur, çırçıplak bir hâle gelirse’ ne sen kalırsın ne kucağın kalır ne belin!.. İste ama, derecesine göre iste; bir otun, bir dağı çekmeye kudreti yoktur. Bu âlemi aydınlatan güneş, bir parçacık yaklaştı mı, her şey yandı gitti!..”

Yazmış olduğu hicâz makâmındaki âyin-i şerifin şu iki mısrasında ne güzel söyler Hasan Dedemiz…

“Sen yaklaşınca ısıttın mı canım, ısıttın mı güneşe benzersin.

Ey uzaklardan yakın olan sevgili, gel… gel sevgilim gel.” 

Ve beyitlerin devamında ise, Pîrimiz Mevlâna, ‘Fitneyi, kargaşalığı ve kan dökücülüğü araştırma, Şems-i Tebrizî’den bundan fazla bahsetme’ diyerek, Abdülbâki Gölpınarlı’nın görüşüyle, Şems-i Tebrizî’nin şahâdetini, yâni tanıklığını, arz eder.  

Bu beyit, Bakara sûresi, 30. âyeti çağrıştırmaktadır: “Hani Rabbin meleklere, ben yeryüzünde mutlaka bir halîfe yaratacağım demişti. Demişlerdi ki: Orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Biz, sana hamd ederek noksan sıfatlardan tenzîh etmede, seni kutlamadayız ya; Ben, sizin bilmediğinizi bilirim demişti.”

Rubai:

“Ayna gibi olan şu gökyüzü, dönüp durdukça, aşkın gönlünden kan dalgaları coşup kabarmaktadır. 

Kan dalgaları, bir gün geliyor görünüyor, bir gün geliyor görünmüyor; fakat gönlün içindeki dalgalara gece ve gündüz sükûnet yoktur.”