“Her iki dünya hazinesinin kef’ini bırak,
İki yay uzaklığının kaf’ı kadar yakında otur.” Gülşen-i Râz (Şebüsterî)
7. Benim feryadım esrarımdan uzak değildir, ancak her gözde, kulakta o nur yok.
8. Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lâkin canı görmek için kimseye izin yok.
“Aslında” diyor Hasan Dedemiz, “herkes hakikati aramaktadır. Aranan da, arayanla beraberdir; aramayandan ise çok uzak. Allah, insanları kendinden yarattı. Bu insanlık içinde bir insan var, iş onu bulmada.”
Abdülbaki Gölpınarlı da aynı şekilde İnsan-ı Kâmil’e işaret ederek, “İnsan-ı Kâmil bu âlemin gözbebeğidir, özüdür” diyor, “O, ezel âlemini, Mutlak Varlık’taki sübûtu arar, özler; bu kayıtlar âlemine, bu izâfî varlık âlemine düşmesi, ona âdetâ bir gurbet görünür. O, bu kayıtlar âlemine bağlı gibidir, fakat hakikatte kayıtsız, sınırsız âlemdedir. Feryâdı, şikâyeti, bilmeyenlere gerçeği anlatmak içindir. Onun sırrı, bu feryâttadır; fakat her gözde o sırrı görecek kabiliyet, her kulakta o remzi anlayacak kuvvet yoktur. O sırrı, ancak istidâda erenler, kâmilin lütfuyla istidât sahibi olanlar görür, duyar, anlar. Nitekim, bedenle can da birbirinden gizli değildir; fakat bedensiz can görünmez. Can, gayb âlemindendir. Âdetâ mânâdır; bedense duyulan sese, yazılan yazıya benzer. Mânâ, mücerred mânâ olarak duyulamaz, görülemez. Fakat yazıdan maksat, nasıl mânâyı anlatmaksa bedenden maksat da ruhdur; ruhsuz bedenin hiçbir değeri yoktur.”
Burada Hasan Dedemizin bir şiirini dile getirmek yerinde olacak… Çok güzel sesleniyor Hasan Dedemiz ve diyor ki…
“Şu akıl ermeyen insan cisminde,
Gör ne sanat ne düzen gizlidir.
O can tohumunun sade birinde,
Gör ne sanat ne düzen gizlidir.
Deme kişi çözemez bu esrârı,
Bu ancak bilgin bir düşünür kârı,
O gönül denilen var ya Tanrı pazarı,
Gör ne sanat ne düzen gizlidir.
Hele biraz düşün bütün varlığı,
Bak neye bağlarsın aşikârlığı,
İdrâk etsen bu pazarlığı,
Gör ne sanat ne düzen,
Hep insanda gizlidir…”
9. Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa, yok olsun!
Abdülbaki Gölpınarlı, bu beyitin tefsirinde, Mevlâna’nın “kimde bu ateş yoksa, yok olsun” derken, bedduada bulunmadığını, tam tersine yokluğu temennî ettiğini vurgularken, Hasan-ı Zarîfî de, “Bin âlem değerinde olan bu kısacık ömür ilahî muhabbet lezzetinden yoksun geçerse, o kişi ruhanî mertebelerin derecelerinden mahrum kalır. Bir diğer mânâ da şudur: Her kimde ilahî aşk ateşi yoksa kendini kötü ahlâk ve vasıflardan temizlemeli, yani yok olmalı, böylece ilahî aşkı kabul edecek duruma gelmelidir” diye buyurur.
Nitekim Mevlâna’mız bir kasîdesinde şöyle der: “Kalbine aşk ateşi düşen her varlık, aslına kavuşmak için çırpınmada, dönüp durmaktadır. Aslının aslı ile buluşmak için yokluk da apaşikâr el çırpmadadır.”
Hasan Dedemiz, şiirinde yokluğu, gönül alçaklığında kalmak olarak yorumlar ve şöyle seslenir…
“Enginler de varlık olur, uzaklar da yakın olur,
Kal gönül alçaklığında, gir gönüllere…
İnsan olan kusuru kendinde bulur, gerçekler Hakk’a kul olur,
Kal gönül alçaklığında, gir gönüllere…
Zorla gitme yorulursun, sabrın yoksa daralırsın, aşkın yoksa kırılırsın,
Kal gönül alçaklığında, gir gönüllere…
Mürşide teslim et canını, yok et suretini şanını, var et dinini imanını,
Kal gönül alçaklığında, gir gönüllere…
Yak özünde, aşk ateşi yak, ki Hakk yolunda olasın pak,
Kal gönül alçaklığında, gir gönüllere…”
Rabbim kamil olanların mertebesine ulaştırsin
Rabbim ruhumu yüceltsin