“Biz yokluk şerbetini içmiş, güneşin çocuklarıyız…” Hasan Dede
Yurdu olmayan padişahlar padişahı can, bak, bütün bedene nasıl tesîr etmiştir.
Tabîatı, soyu sopu hoş aklın lütfu da, bak, bütün bedeni nasıl müeddep bir hâle getiriyor.
2825. Kararı, sükûnu olmayan şûh ve şen aşk da bütün bedeni nasıl cünûna sürüklüyor.
Kevser gibi olan deniz suyunun letâfeti yüzünden dibindeki ateş parçalarının hemen hepsi inci ve mücevherdir.
Usta hangi hünerde tanınmışsa, hangi hünerle şöhret bulmuşsa çırağı da o hünerde ilerler, o hünerde meşhûr olur.
Usûl ilmini bilen üstâdın yanında zihni çevik, istidâtlı talebe usûl okur.
Fakîh üstâdın yanında ise usûl okumaz, fıkîh tahsil eder.
2830. Nahîv üstâdının talebesi nahîv üstâdı olur.
Hakîkat yolunda mahvolan üstâdın talebesi ise üstâdının sâyesinde padişahta mahvolur, yokluğa erişir.
Ölüm günü, bütün bu bilgiler içinde işe yarayan ve yol azığı olanı da yokluk bilgisidir.
Bedenler, bu dünyaya aittir, yâni fânîdir; fakat onu diri tutan can, her zaman bâkîdir ve mânânın ta kendisidir.
Aslı ve tabîatı lâtif olan akıl ise, zâhire tesîr ederek insanı mânâya doğru çeker.
Kararı ve sükûnu olmayan aşk da, selâm olsun üzerine, mürşidim Hasan Dede’nin buyurduğu üzere, “Akıllıyı deli, deliyi de akıllı eder.”
Şeyh Gâlib Hazretleri de, selâm olsun üzerine, bir şiirinde şöyle seslenir:
“Kevser-i ateş nihâdın adı aşk,
Düzâh-ı cennet nümânın adı aşk,
Bir lügat gördüm cünûn isminde ben,
Anda hep cevr ü cefânın adı aşk.”
Nitekim Fütûhat-ı Mekkiye’de şu menkîbe anlatılır:
Hazreti Süleyman zamanında, mescidin kubbesinde uçan bir kırlangıç, dişisine seslenir: “Emret, şu kubbeyi Süleyman’ın başına yıkayım!”
Kuş diline vâkıf olan Hazreti Süleyman bu sözü işitince kırlangıcı huzûruna çağırtıp, “Bu söylediğin söz nasıl bir sözdür?” diye sorar.
Kırlangıç cevâben der ki: “Yâ Süleyman, ben o dişi kuşun âşıkıyım, bu söz aşkın lisânıdır, beni mazûr gör!”
Hazreti Süleyman kırlangıcın bu cevabı üzerine tebessüm buyurur ve onu âzad eder.
Yüce Pîr Mevlâna’nın yukarıdaki beyitte buyurduğu gibi… “Kevser gibi olan deniz suyunun letâfeti yüzünden dibindeki ateş parçalarının hemen hepsi inci ve mücevherdir.”
“Her ikisinden de inci ve mercan çıkar.” (Rahman, 22)
“Usûl ilmini bilen üstâdın yanında zihni çevik, istidâtlı talebe usûl okur. Fakîh üstâdın yanında ise usûl okumaz, fıkîh tahsil eder. Nahîv üstâdının talebesi nahîv üstâdı olur. Hakîkat yolunda mahvolan üstâdın talebesi ise üstâdının sâyesinde padişahta mahvolur, yokluğa erişir. Ölüm günü, bütün bu bilgiler içinde işe yarayan ve yol azığı olanı da yokluk bilgisidir.”
“Aşk bir yokluk denizidir. O denize kavuşan her damla damlalıktan çıkar, deniz olur” der Hasan Dede ve şöyle buyurur: “Bir insanın öğrenmesi gereken en yüce bilgi yokluk bilgisidir. Hakk’ın güzelikleri bizde varlığını ne kadar çok gösterirse, biz o kadar alçalırız. İşimiz bu bizim; yokluğa bürünmek! Kendimizi yoklukta tutmak. Hakk’ın büyüklüğünü, güzelliklerini kendi içimizde seyretmek. Başka bir yerde değil!.. Çünkü bir insan ancak kendisini yokluğa verdiğinde Hakk’a ulaşır, huzûra erer ve Hakk ile yaşamını sürdürdüğü takdirde son nefesinde tekrar aslına döner.”
Şiir:
“Biz yokluk şerbetini içmiş, güneşin çocuklarıyız,
Kendimizden geçmişiz, yok olmuşuz fakat,
Akılların sahibi ve varlığın kaynağıyız.
Biz güneşten ayrı değiliz, yalnız bir örtüyle gezeriz.
Bize gerçek imanla teslîm olan herkese,
Gün gelir bu örtüyü çekeriz.
Biz sevginin türlü görünümlerinde,
Güneşin şuâları gibi yansıyan,
Tüm gamları kederleri mutluluk yapan,
Âb-ı hayat kaynağının sahibiyiz.
Âb-ı hayatın kendisiyiz ey güzel dost,
Gözlerime derinden bir bak da gör,
Sana senden yakın olan tek kişiyim ben.
Aşka koş, aşka sarıl, aşka düş…”
Hasan Dede