MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/XX

“Ben aşkı gördüm, sarhoş bir hâlde şöyle diyordu:

Belâyım ben, belâyım ben, belâyım.

Ben oyum ki Tuvâ vadisinde,

Musa ile konuşan nurum,

Tanrıyım ben, Tanrıyım ben, Tanrıyım.

Şems-i Tebrizî dedim, sensin dedi, 

Senim ben, senim ben, senim…” Mevlâna

116. Güneşin vücuduna delil, yine güneştir. Sana delil lâzımsa, güneşten yüz çevirme.

117. Gerçi gölge de güneşin varlığından bir nişân verir, fakat asıl güneş her an can nuru bahşeyler.

118. Gölge sana gece masalı gibi uyku getirir. Ama güneş doğuverince ay yarılır.

119. Zaten cihanda güneş gibi misli bulunmaz bir şey yoktur. Bakî olan can güneşi öyle bir güneştir ki, asla gurûb etmez.

120. Güneş, gerçi dışarda tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür.

121. Ama kendisinde esîr var olan güneş, öyle bir güneştir ki, ona zihinde de, dışarda da benzer olamaz.

122. Tasavvurda onun sığacağı bir yer nerde ki misli tasvir edilebilsin!

123. Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat göğün güneşi başını çekti, gizlendi.

Abdülbâki Gölpınarlı, “Mevlâna, 116. beyitte, aşkı güneşe benzetmekte, güneşin varlığına delil nasıl güneşse, aşkın da aşka delil olduğunu söylemekte, bundan sonraki beyitlerde, güneşin meydana getirdiği gölgeyi âdetâ izâfî varlığa benzeterek, “Rabbinin işini görmedin mi? Nasıl da gölgeyi uzattı, dileseydi onu sâkin eder, uzatıp kısaltmazdı elbette; sonra güneşi delil ettik gölgeye, sonra da onu yavaş yavaş gizlice kendimize çektik, aldık” (Furkân, 45-46) âyet-i kerîmelerine işâret eylemektedir” diye açıklar.

Nitekim, Hazreti Muhammed Efendimiz bir hadîsinde, “Allah’ın, kalpleri güneşten daha parlak kulları vardır” diye buyurmaktadır.

Hasan-ı Zarîfî, insanın aslını güneşe benzetir ve aslını bulabilmesi, özündeki güneşe kavuşabilmesi için, güneşten de daha aydınlık olan mürşid-i kâmile işâret  ederek şöyle der: “Ey kabiliyetli tâlib, sen de güneşten daha aydınlıksın. Eğer sana da Allah yolunun rehberi gerekirse, güneşten daha aydınlık olan mürşid-i kâmilden yüz çevirme, onun hizmetinden uzak durma da sana rehberlik etsin.”

Bir şiirinde ne güzel seslenir bizlere Yunus Emre…

“Ey yârenler işidin! Aşk bir güneşe benzer, 

Aşık olmayan gönül, misâl-i taşa benzer. 

Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter, 

Nice yumuşak söylese, sözü savaşa benzer. 

Aşkı olan gönül yanar, yumuşar muma döner, 

Taş gönüller, kararmış, sarp, katı kışa benzer. 

Ol Sultan kapısında, Hazretin tapusunda,

Aşıkların yıldızı, her dem çavuşa benzer. 

Geç ey Yunus endişeden, gerekse bu pişeden, 

Ere aşk gerek önce, sonra dervişe benzer…”

Nitekim, “İnsanı Allah’a aşktan başka hiçbir şey götüremez” diyor Hasan Dedemiz, “Her varlık bir koruyucu ister. Aşkınsa hiçbir kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Aşk ebedîdir; yıkılmaz, sönmez, karanlık kabul etmez. Daimî bir güneştir aşk. Aşk, karanlıksız, gecesiz bir gündüzdür. Gündüz bile karanlık vardır da, aşkta yoktur. Gündüz vakti bir mağarada karanlık yok mudur? Aşkın ışığına hiçbir şey engel olamaz.”

Pîrimiz Mevlâna, “Güneş doğuverince ay yarılır” diyor.

Hasan-ı Zarîfî, manevî ayın, insanın kalbi olduğunu belirterek, “Onun yarılması, kâmil mürşid olan manevî güneşe yakınlaştığında, onun kudret parmağı, içindeki insanî karanlıkları ve kötü ahlâkı çıkarıp çeşitli faydali ilimler ve ledünnî bilgiler ile doldurmak için tâlibin kalbini yarar. Göğsün yarılması, Allah’ın şu sözüyle işâret edildiği gibidir: Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse…” diye buyurur. 

Abdülbâki Gölpınarlı ise, Mevlâna’nın bu beyitte, “Yaklaştı kıyâmet ve yarıldı ay ve onlar bir delil gördüler mi yüz çevirirler de sürüp giden bir büyü derler” (Kamer, 1-2) âyetlerine işâret etmekte olduğunu belirtir.

Nitekim, Enes bin Mâlik’ten rivâyet olunduğuna göre; Mekke’liler Hazreti Peygamber’den kendilerine bir mucize göstermesini istediklerinde, onlara ayın yarılmasını göstermiş ve Kureyş’liler, bu mucizeyi gördükten sonra Peygamber Efendimizi sihirbaz kabul etmişlerdir.

Hasan Dedemiz, “Hazreti Muhammed’in sadece dışına bakılırsa, bir yere varılmaz, onun dış kısmı bizler gibi görünür. Ama onun içi, yani hakiki yüzü, nur âlâ nurdur. O, hakiki yüzünü gösterirse yer gök yerinden oynar. Başta güneş, ay, yıldızlar ve bütün varlıklar ona rücû ederler. Onun yüzü bu sebeple örtülüdür” diye buyurur.

Hazreti Mevlâna’nın, 123. beyitte belirttiği üzere, “Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat göğün güneşi başını çekti, gizlendi.”

Abdülbâki Gölpınarlı, bununla ilgili olarak diyor ki: “Hakikat güneşi, gerçek yolcusunun gölgeye benzeyen varlığını yok eden güneştir. Mevlâna, bu beyitte Tebrizli Şemseddin’in adını anarak güneşten neyi ve kimi kastettiklerini açıklamaktadır.”

“Allah sende varlığını gösterdi, sen aşksın” der Hasan Dedemiz, “Aşk kemâle eriştiğinde, aşık güneşin altındaki gölge gibi kaybolur.”