“Kendine gel ey insan da pişman olmaksızın varlığını ver, ver de bir damlaya karşılık uçsuz bucaksız denizi bul!” Mevlâna
Sâlih’ten bu bulanık vaadi duydukları gibi azâba göz dikip beklemeye başladılar.
Birinci gün, yüzlerinin sarardığını gördüler, ümitsizlikle soğuk soğuk âh etmeye başladılar.
İkinci gün, hepsinin yüzü kızardı. Artık ümit ve tövbe nöbeti kayboldu.
2535. Üçüncü gün, hepsinin yüzü kapkara kesildi. Sâlih Peygamber’in hükmü; cenksiz, cidâlsiz doğru çıktı.
Hepsi de ümitsiz bir hâle gelince kuşlar gibi ayaklarını altlarına alıp iki dizlerinin üstüne çöktüler.
Cibrîl-i Emîn, bu diz çökmeyi Peygamber’e “Casimin” âyetini getirerek Kur’ân’da anlattı.
Sana diz çökmeyi öğrettikleri ve seni bu çeşit diz çökmeden korkuttukları vakit, yâni belâ gelmeden diz çök!
Sâlih’in kavmi, Tanrı kahrının zahmını beklediler; o kahır ve azâb da gelip o şehri yok etti.
2540. Sâlih, hâlvetten çıkıp şehre doğru gitti; gördü ki şehir duman ve ateş içinde.
Onların hâk ile yeksân olmuş cüzlerinden bile feryâd ve figânlarını duyuyordu; feryâd duyulmaktaydı ama ortada feryâd eden yok!
Kemiklerinden iniltiler, sızıltılar duydu; canları çiy taneleri gibi yaş döküyor, ağlıyordu.
Sâlih, bunu duyup ağlamaya başladı; feryâd edenlere feryâd etmeye koyuldu.
“Zulmedenleri o korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çöküp (casimin) kaldılar.” (Hûd, 67)
Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, buyurur ki: “Aşk seçkin erler için gemiye benzer. Gemiye binen kişinin bir âfete uğraması nâdirdir, çoğu zaman kurtulur. Aşkın yüzlerce nazı, edâsı, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir. Aşk vefâkâr olduğu için vefâkâr olanı satın alır. Vefâsız adama bakmaz bile…”
“Nefsine gâlib gelen, imanı sağlam bir kişi, misâl olarak, güvenli bir gemi içinde seyahat eden bir yolcu gibidir” der Hasan Dede, selâm üzerine olsun, “Onun bulunduğu gemi, ne kadar kuvvetli fırtınalar görse, ne kadar büyük dalgalar içinde kalsa dahî, kesinlikle batmaz. Fakat imanından tâviz verip nefsine uyduğu takdirde yolcu, kendi içinde bulunduğu o gemiye torpido açmış gibi olur ve gece gündüz Allah’a yalvarsa dahî artık güvenilirliğini kaybetmiş sayılır. Geminin güvenliğini sağlamanın tek yolu insanın nefsanî duygulardan uzak durması ve iman ettiği yere sımsıkı bağlanmasıdır.”
Hazreti Ali Efendimiz, selâm olsun üzerine, “İnsan kendi aklının kını gibidir, kılıcı olmayan bir kından ne hayır vardır?” der.
Aslında her nefeste her an ölüyor ve diriliyoruz. Yâni ölüm şimdi, şu anda gerçekleşmektedir. Nefes, insanın ağzından çıkarken ‘Ben kimim?’ diye sorar; bizler de ruhen deriz ki: ‘Rabbimsin.’ O da tekrar bize geri döner. Yâni her an ve daima Rabbimizle bir alışveriş içindeyiz. O nefesle hayattayız.
Hazreti Ali Efendimiz yine şöyle buyurur: “Haber vermediler bu âleme gelişine, haber vermezler gidişine, dâim hazır ol.”
Hazreti Pîr de, Hazreti Ali Efendimizin bu sözlerinden ilhâm alarak şöyle buyurur: “Ey insan, bu beden bir mektuptur, postalanmış Padişaha, lâyık ise postala, lâyık değil ise yırt, yenisini yaz, çünkü zaman az…”
“Padişah’tan maksat Allah’tır” der Hasan Dede, “Bizler daha doğar doğmaz yola çıktık, gidiyoruz Allah’a… Bu yüzden her dâim hazır olmalıyız. Ne kadar hazır durursak kazanırız, ama ne kadar boşverirsek, o gün geldiğinde pişman oluruz ama artık geri dönüşü olmaz.”
Tanzîmat Edebiyatı öncülerinden Pertev Paşa, ruhu şâd olsun, ‘Ruhun Ölümsüzlüğü’ adındaki manzûmesinde şöyle seslenir…
“Bu hayat ızdıraplarla dolu bir rüya gibidir.
Ne yazık ki biz ölmek için dünyaya gelmişiz.
Yâni anamızdan doğduğumuz andan itibaren ölüme doğru gideriz.
Dünyada az da olsa zevkler vardır, fakat o zevkleri dünyanın kahrı burnumuzdan getirir.
Bizler hayat yollarında bilgisizlikle, gafletle, hasretle ölüm girdabının derinliklerinde kaybolur gideriz.
Akla gelmez çeşitli mihnetlerle, bin türlü meşakkatle dünya bizi mahveder, geçer gideriz.
Adımız bile anılmaz olur. Hâlbuki bizler ölümü düşünmeden, kâinatın nasıl yaratıldığına dâir sebepler ararız.
Yaratıcıyı, yaratılmışları, yaratılmanın sırlarını arar dururuz.
Biz kendi hâlimize bakmadan her şeyi bilmek isteriz.
Fakat ruhumuz beden karanlıklarından sıyrılarak geldiği yere ruh âlemine kendi asıl vatanına gidince, o zaman şüphelerden ve zanlardan kurtulur.
Hayatın ne olduğu belli olur.”
Rubaî:
“Aşk, Allah ile insan arasında bir peygamber gibidir. İkisinin arasında gelir gider, birbirinden haberler getirir götürür. Yeter artık sus, bunu âyet âyet okuma, zaten âyeti de aşk tefsîr eder.”