MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXC

Zehirle panzehir, zulmetle nur nasıl Tanrı dileğine müsahhârsa Musa ve Firavun da Tanrı dileğine müsahhârdır. Firavun’un, şerefine halel gelmemesi için Tanrı’ya yalnızca münâcâtı.

Musa’nın da mânâ cihetinden bir yolu vardır, Firavun’un da. Fakat zâhiren Musa yolludur, Firavun yolsuz.

Musa, gündüzün Tanrı huzurunda ağlayıp inledi; Firavun da geceyarısı ağladı.

Dedi ki: “Ey Tanrı, boynumdaki bu demir zincir nedir? Boynumda zincir olmasa kim ‘Ben, benim’ der?

2445. Şüphe yok ki Musa’yı nurlandıran irâdenle beni de karanlıklara daldırdın.

Musa’yı, ay yüzlü bir hâle getiren dileğinle canımın ayını kara yüzlü bir hâle getirdin.

Yıldızım aydan daha iyi, daha talihli değil ki… Tutulursa ne çarem var?

Halk, benim nöbetimi Tanrı diye, sultan diye vuruyor, ama doğrusu ay tutulmuş tas çalıyorlar!

Onlar tas çalıp gürültü ediyorlar, ama o gürültüyle ayı rüsvâ etmektedirler.

2450. Ben ki Firavun’um, şöhretten el amân! ‘Ene Rabbükümü’l-âlâ’ demem de beni rüsvâ eden tas gürültüsüdür.

Musa da, ben de aynı kapının kuluyuz. Fakat senin ormanında senin baltan işliyor; dalları senin baltan kesmektedir.

Bir dalı yetiştiriyor, öbürünü kesip atıyor.

Baltaya karşı dalın eli var mı? Ne gezer! Hiç dal baltanın elinden kurtulabilir mi?

Balta senindir, o kudret hakkıyçin kereminden bu eğrilikleri doğrult!”

Zehirle panzehir, zulmetle nur nasıl Tanrı’nın dileğinin emri altındalarsa, Hazreti Musa ve Firavun da, yâni insan da Tanrı’nın dileğinin emri altındadır.

“Allah, yaptığından sorumlu tutulmaz” (Enbiyâ, 23) fakat, “Onlar ise sorguya çekileceklerdir” (Enbiyâ, 23) hükmü gereğince, yüce Tanrı yarattığı her varlığı kendi sırât-ı müstakîmi üzerinde yürütür. Her varlık kendi ayân-ı sâbitesi, yâni henüz suret bulmadan önce Tanrı’nın ilminde bilgi olarak mevcûdiyeti, doğrultusunda kendi mânâlarını izhâr ederler.

“İnsan sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil vardır” der Hasan Dede, selâm olsun üzerine, “yâni bir yerde nefsini terbiye ederek onu hâkimiyeti altına almış bir kişi, diğer yanda da nefsine uyarak Hakk’tan uzaklaşmış ve küfre düşmüş bir kişi var. İnsan, kendisinde isterse Hakk’ı konuşturur, isterse İblis’i konuşturur. İkisi de insana aittir. Peki bunlardan hangisi huzur verir? Elbette Hakk’ı konuşturmak huzur verir.”

Nitekim Kurân-ı Kerîm’de yine şöyle buyrulur: “Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığa, güneşi takip ettiğinde aya, onu açığa çıkarttığında gündüze, onu örttüğünde geceye, gökyüzüne ve onu binâ edene, yere ve onu yapıp döşeyene, nefse ve ona birtakım kâbiliyetler verip, iyilik ve kötülüklerini ilhâm edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyân etmiştir.” (Şems, 1-10)

Eski devirlerde insanların, ay tutulduğunda tas çaldıkları ve bu vesîleyle şeytanları korkutup kaçıracaklarına inandıkları söylenir. Hattâ bu geleneğin Anadolu’da hâlen uygulandığı da çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir.

Fakat bu devirde artık insanın, nefsini bilip Rabbine yaklaşması ve kötü huylarından kurtulup arınması için, ay tutulduğunda tas çalmak yerine yapması gereken en aklî ve medenî davranış; İmam Ali Efendimizin, selâm üzerine olsun, “Bil ki her işin bir bitkisi vardır; her bitki, köke muhtaçtır; çeşitli sulara muhtaçtır. Hangi bitki iyi suyla sulanırsa iyi boy atar, meyvesi tatlı olur. Sulanması kötü olanın boy atması da kötüdür, meyvesi de acı” diye buyurduğu üzere, bir insan-ı kâmilin eğitimine girmesi, ondan insanlık aşısı almasıdır.

Kâmil insan Hasan Dede, “Bir kişi Hazreti Muhammed Efendimizin, İmam Ali Efendimizin izinden yürür, kabı ölçüsünde O’nlardan feyizlenirse, O’nlardan koku yansıtır. İnsanlık kokmaya başlar” der, “Bahçede kendi kendine meydana gelmiş bir ağacın meyvesi ya ekşi, ya acı olur. Kesmeye kıyamazsın, aşıdan anlayan usta bir bahçıvan getirirsin. Bahçıvan onu aşılar, bir güzel budar, seneye baharda açar ve çok güzel meyve verir. İnsan da kişiliğini bulmadıktan sonra ne kadar zâhirî bilgisi olursa olsun, bahçede kendi kendine yetişmiş meyve ağacı gibidir. Hiçbir tarafa faydası yoktur. Öyle kendi kendine yaşar gider. Fakat bir Hakk ehline gönül verir, kişiliğini bulursa o zaman hem hayatı düzelir, hem topluma yararlı olur. Tüm gâye Allah’a yaraşır bir insan olmaktır, O’nun rızasını kazanmaktır. Bu yoldaki gayretiniz ne kadar içten olursa, yaşayacağınız güzellikler de o kadar çok olur. Evet, bizler yeter ki insan olalım, kendi dışımızda bir şey aramayalım. Bizim evimiz hakîkatler evidir. Talebimiz sadece Allah’tandır. Meydanımız Muhammed Ali meydanıdır.”

Şiir:

“Kendini bil ey insan, bin sır ile Tanrı yüklemiş seni, 

Sen aynasın, O’dur güzelliğin sultanı ey insan. 

Âlemde ne varsa sendedir her an için, 

Sen sende ara kendini, kendini tanı ey insan. 

Tüm sende olan sırlar açıklansa eğer, 

Gül bahçesi olurdu gök ile yer, ey insan. 

İnsandan silinsin şu kibir, gör o zaman, 

Her Firavun sanki Musa Peygamber ey insan. 

Dünyada ilk ve son varlıksın, 

Allah katında tek varlıksın, 

Halîfe-i Hakk’sın ey insan! 

Yerin göğün tek varlığı, kâinatın nurusun, 

Âlemler sende zuhûr oldu, sen Hakk’sın ey insan…”