Bakkal ve dudunun hikâyesi, dudunun dükkândaki gülyağlarını dökmesi.
247. Bir bakkal vardı, onun bir de dudusu vardı. Yeşil, güzel sesli ve söyler bir duduydu.
248. Dükkânda dükkân bekçiliği yapar; bütün alışveriş edenlere hoş nükteler söyler, latîfeler ederdi.
249. İnsanlara hitâb ederken insan gibi konuşurdu dudu gibi ötmede de mahâreti vardı.
* Efendisi, bir gün evine gitmişti. Dudu, dükkânı gözetiyordu.
* Ansızın fare tutmak için bir kedi, dükkâna sıçradı. Duducağız can korkusundan,
250. Dükkânın başköşesinden atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyağı şişesini de döktü.
251. Sahibi, evden çıkageldi. Tâcircesine huzuru kalple dükkâna geçti oturdu.
252. Bir de baktı ki dükkân yağ içinde, elbisesi yağa bulaşmış. Dudunun başına bir vurdu; dudunun dili tutuldu, başı kel oldu.
253. Dudu, birkaç günceğiz sesini kesti, söylemedi. Bakkal nedâmetten ah etmeye başladı.
254. Sakalını yolmakta, “Eyvah” demekteydi; “nimet güneşim bulut altına girdi;
255. O zaman keşke elim kırılsaydı; o güzel sözlünün başına nasıl oldu da vurdum?”
256. Kuşu, yine konuşsun diye yoksullara sadakalar vermekteydi.
257. Üç gün, üç gece sonra şaşkın ve meyûs, ümitsiz bir hâlde dükkânda otururken,
258. Ve binlerce gussaya, gama eş olup bu kuş acaba ne vakit konuşacak; diye düşünüp dururken,
259. Ansızın tas ve leğen dibi gibi tüysüz kafasıyla bir Cevlâkî geçiyordu.
260. Dudu, hemencecik dile gelip akıllılar gibi dervişe bağırdı:
261. “Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün?”
262. Onun bu kıyasına halk gülmeye başladı. Çünkü dudu, hırka sahibini kendisi gibi sanmıştı.
263. Temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda şîr, şîre benzer.
264. Bütün âlem bu sebepten yol azıttılar. Tanrı abdallarından az kişi âgâh oldu.
Abdülbâki Gölpınarlı, Mesnevi’nin bu ikinci hikâyesi hakkında, “İlk hikâye münâsebetiyle anlatılan bu hikâye, hekimin kuyumcuyu öldürmesinin bir ilhâm neticesi olduğunu, görünüşte kötü olan bazı şeylerin gerçekte doğru ve yerinde bulunduğunu bildirmek için söylenmiştir. Mevlâna, akla dayanan kıyasın karşısındadır; ileride buna ait daha birçok hikâyeler gelecek ve bu inanç açıklanacaktır. Gülyağı şişelerini döken dudu kuşunun başına vurulunca kel oluşu, dilsiz bir hâle gelişi, bir müddet sonra bir Kalenderî’yi, onun usturayla traş edilmiş başını görünce, kendisinin başına vurulduğunu hatırlayıp, sen de gül şişelerini mi döktün, demesi, kuşun, kendi aklınca bir kıyas yapmasıdır. Kıyas herkesin görgüsüne, bilgisine, çevresine göre değişebilir; bu bakımdan gerçeği tam olarak izhâr edemez” diye buyurur.
Ve ayrıca hikâyede geçen Cevlâkî ile ilgili de şu bilgileri verir: “Cevlâkî, Kalender, Kalenderî demektir. Calk, Arapçada baş traş etmek mânâsındadır. Cavlak, Arapça ve Farsçada hurç ve heybe yapılan palasa denir; cuvâlık, ipten, kıldan dokunan abaya verilen isimdir ki, bu libası, Kalenderîler giyerler. Kalenderîlerin şiârı, çehâr-darb (dört vuruş) olmak, yâni saçlarını, sakallarını, bıyıklarını, kaşlarını usturayla traş etmektir.”
Mevlâna, bir gün traş olurken, berberin kendisine, “Sakalını nasıl keseyim?” diye sorması üzerine, “Erkekle kadın farkedilinceye kadar” diye cevap vermiş ve şu sözleri söylemiştir:
“Kalenderîlere gıpta ederim; hiç sakalları yoktur. İnsanın sakalının az oluşu, kutluluğuna delâlet eder; sakal erkeğin ziynetidir ama uzun ve çok oluşu da insana benlik verir; buysa adamı helâk eden şeylerdendir.”
Nitekim, hikâyede de Mevlâna, dudu kuşunun yeşil tüyleri ve sesinin güzelliği ile böbürlenerek, aklının (fare), hayallere (kedi) kapılması sonucunda gülyağı şişesini (muhabbet) kırmasını; bunun neticesinde dükkân sahibinden yediği tokatla dilinin tutulmasını ve kel kalmasını; sonrasında ise bu hâliyle kendisini, Hakk’ta fânî olmuş Cevlâkî’ye (derviş) benzeterek kıyas edişini dile getirmektedir.
Hasan Dede, bu hikâyede Mevlâna’nın üzerinde durduğu ‘kıyas’la ilgili olarak şöyle bir misâl verir…
“Âdem sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil var. Nasıl belli olacak? Biri benlikte, küfürde; öbürü hep tevazûda, lütûftadır; buradan anlaşılır. Allah erleri daima tevazûdadır, yokluktadır. Onların her sözü bilinçlidir, irşâttır. Allah’ı insanın dışında tutmaz, daima Allah’la insanı birleştirir. Allah hep rahmettir. O’nun rahmeti Hazreti Muhammed’de tecelli etmiştir. Siz düşünün, eğer kötü huylarınız varsa, onları yavaşa yavaş Hakk’ın bir dostuyla, onun güzel huylarıyla güzelleştirin.”
Nitekim, Hazreti Muhammed Efendimiz bir hadîsinde, “Bir kişinin Allah’tan korkması ilim olarak ve nefsini beğenmesi de, cehil alâmeti olmak üzere, kendisine yeter” diye buyurmaktadır.
Zamanın birinde adamın çok âsî bir oğlu varmış. Adam oğlunun bu hâline üzülür, “Sen adam olamazsın” dermiş.
Çocuk, büyümüş, tahsilini tamamlamış, gün gelmiş şehrin vâlisi olmuş. Babasını yanına çağırtıp, “Bak baba, bana adam olamazsın, derdin hep. Bak işte ben vâli oldum” demiş.
Babası oğluna şöyle bir bakmış ve, “Evet” demiş, “Vâli olmuşsun ama mâlesef adam olamamışsın.”
“Bütün dâvâ, edebîyete yönelmek, insanlık terbiyesi alarak, insan gibi yaşamak, insan gibi konuşmak, insan gibi bu âlemden göç ettikten sonra, rahmetle anılır olmaktır” der Hasan Dede.
‘Şîr’, hem arslan hem de süt anlamına gelir, fakat isimlerin aynı olması mânâlarının da aynı olması demek değildir.
“Hazreti Muhammed Efendimiz de toplumda bir beşer gibi görünüyordu, oysa o, iç âlemi sonsuz güzelliklerle dolu bambaşka bir varlıktı. Mâlesef insanlar onun sadece dış suretine baktılar, iç âleminin derinliklerine inmediler” der Hasan Dede, “Toplumumuz onu iyi tanısa kimseye fiske vurmaz, kimseye kötü bakmaz, incitmez, hor hakîr görmez, tam mânâsı ile Muhammedî olur. Allah hiçbir zaman insanlığa kötülük ihsan etmez. Fakat insan Allah’a yüz tutmadığı için, yâni onun habîbi Hazreti Muhammed’e yüz tutmadığı için, kendisini kötülüklere atar ve Allah buna üzülür, nasıl üzülür, Peygamberi üzüldüğü için üzülür… Çok çalışmamız, uykudan uyanmamız lazım. Gözler açık ama uyuyoruz. Hazreti Muhammed, Ehlibeyt, Hazreti Mevlâna ve bütün Evliyâullah gözümüzü açmaya, bizleri uyandırmaya, aydınlığa sürüklemeye geldiler. Aklını kullanmadan, kör gibi yaşamak bizim suçumuz.”
Ne güzel söyler Hazreti Muhammed Efendimiz…
“Gâfiller arasında Allah’ı bilerek zikreden; kuru ağaçlar arasında bulunan yeşil fidana, ölüler arasında canlı olana ve harpte kaçanlar arasında arslan gibi savaşana benzer.”
İşte Mevlâna da buyuruyor… ‘Bütün âlem bu sebepten yol azıttılar. Tanrı abdallarından az kişi âgâh oldu.’