“Halk içre bir âyîneyim, her kim bakar bir ân görür. Her ne görür kendi yüzün, ger yahşî ger yaman görür.” Niyâzî Mısrî
1318. Ey adam! İnsanlarda gördüğün birçok zulüm, senin huyundur; sen, kendi huyunu onlarda görüyorsun.
1319. Senin varlığın, nifâkın, zulmün, gafletin onlara aksetmiştir.
1320. Sen osun, sen kendini yaralamaktasın. O anda lânet ipliğini kendine, kendin dokuyorsun!
1321. O kötülüğü sen kendinde açıkça görmüyorsun. Görsen kendine kendin, candan düşman olurdun.
1322. Ey ahmak! Kendine saldıran o arslan gibi sen de kendine saldırıyorsun.
1323. Ahlâkının künhüne erişir, hakîkatini anlarsan o adam olmamazlığın senden olduğunu bilirsin.
1324. Arslana; başka bir arslan gibi görünen şeklin, kendi aksinden ibâret olduğu kuyu dibinde zâhir oldu.
1325. Bir zayıfın dişini söken, o ters gören arslanın işini işlemektedir.
1326. Ey başkasının yüzünde kötü bir ben gören! Gördüğün kendi beninin aksidir, ondan nefret etme!
1327. “Müminler birbirinin aynasıdır.” Bu haberi Peygamber’den rivâyet etmediler mi?
1328. Gözünün önüne gök renkli bir cam koymuşsun, o sebepten âlem sana gök görünüyor.
1329. Kör değilsen bu körlüğü kendinden bil. Kendine kötü de, başkasına deme!
1330. Eğer mümin, Tanrı nuruyla bakmamış olsaydı; gayb mümine bütün çıplaklığıyla nasıl görünürdü?
1331. Fakat sen Tanrı nuruyla değil, Tanrı ateşiyle baktığından kötülükte kaldın, iyilikten gâfil oldun.
* İyiliği kötülükten ayırt edemedin, kötülükten de gâfil oldun, iyilikten de.
1332. Ey gama, kedere dalmış adam! Azar azar ateşe nur serp ki ateşin nura dönsün.
1333. Yâ Rabbi, sen de o tertemiz suyu serp de âlemin şu ateşi tamamiyle nur olsun.
1334. Denizin suyu hep fermân altındadır; yâ Rabbi, su da senindir, ateş de!
1335. Sen istersen ateş, lâtif su olur; dilemezsen su bile ateş kesilir.
1336. Bizim şu niyâzımızı da yine sen ilhâm etmektesin. Zulümden kurtulmamız, senin ihsânındır.
1337. Sen bize bu isteği, biz istemeksizin verdin, hadsiz, hesapsız ihsânlarda bulundun.
Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, bir hadîs-i şerîfinde, “Ne mutlu o kimseye ki, nâsın ayıplarını bırakır da, kendi ayıbı ile meşgûl olur” diye buyurur.
Nitekim, Hazreti Mevlâna, Fîhi Mâ-Fîh’de, “Zulüm ediş, kin güdüş, haset, hırs, insafsızlık, ululuk gibi bütün kötü huylar, sende oldu mu incinmezsin. Fakat bunları bir başkasında gördün mü ürkersin, incinirsin. Bil ki kendinden ürkmedesin, kendinden incinmedesin” diye buyurur, “İnsan, kendi kelliğinden, kendindeki çıbandan iğrenmez; yaralı elini yemeğe sokar, parmağını yalar, gönlüne hiç de tiksinti gelmez. Fakat bir başkasında küçücük bir çıban, yâhut azıcık bir yara görse onun yediği yemekten tiksinir, o yemek, içine sinmez. İşte kötü huylar da kelliklere, çıbanlara benzer. İnsan, bunlar kendisinde oldu mu incinmez; fakat bir başkasında bu huyların pek azını bile görse ondan incinir, tiksinir. Sen ondan ürküyor, kaçıyorsun ya, o da senden ürker, incinirse mâzur gör; senin incinişin de onun için bir özürdür; çünkü sen onu görünce inciniyorsun ya, o da aynı şeyi görüyor da senden inciniyor. ‘İnanan, inananın aynasıdır’ dedi, ‘kâfir, kâfirin aynasıdır’ demedi. Amma bu, kâfirin aynası yok demek değildir; onun da aynası vardır, lâkin aynasından haberi yoktur.”
“Biri bir heybe alır, boynuna asar. Onun iki gözü vardır; biri önde, diğeri arkada” der Hasan Dede, “Fakat sadece arkadaki gözü karıştırır, hiç öndeki gözü karıştırmaz. Öndeki gözü karıştırsa kendi kusurlarını görür ki ne kadar çok kusurları var. Ancak malesef, muhabbetler hep arka gözden, diğer şahıslardan konuşulur. Böylece kendini temiz tuttuğunu zanneder. Ön göze bir baksa, arka gözü karıştırmaya sıra gelmez.”
‘Eğer mümin, Tanrı nuruyla bakmamış olsaydı; gayb mümine bütün çıplaklığıyla nasıl görünürdü? Fakat sen Tanrı nuruyla değil, Tanrı ateşiyle baktığından kötülükte kaldın, iyilikten gâfil oldun.’
Şiir:
“İyi kötü, her şey, herkes, dervişin parça buçuğudur,
Böyle olmayan adam, derviş değildir.”
Hazreti Mevlâna, yine Fîhi Mâ-Fîh’de şöyle bir misâl verir ve der ki, “Bengisu karanlıktadır derler. Karanlık, erenlerin bedenleridir; bengisu da onlardadır. Bengisuya, ancak karanlıkta ulaşabilirsin; şu karanlıktan çekinirsen, kaçarsan bengisuya nasıl ulaşacaksın? Puştlardan puştluğu, kahpelerden kahpeliği öğrenmek istersen binlerce istemediğin şeye, dilemediğin şeylere katlanmak gerek, bunu belleyip elde etmek için dayanmak gerek değil mi? Bu, böyleyken peygamberlerin, erenlerin durağı olan ölümsüz, sürüp giden yaşayışı istiyorsun da sonra hoş görmediğin bir şeye uğramamak, sendeki bâzı huylardan vazgeçmemek dileğindesin; nasıl olur bu?”
‘Yâ Rabbi, su da senindir, ateş de! Sen istersen ateş, lâtif su olur; dilemezsen su bile ateş kesilir. Bizim şu niyâzımızı da yine sen ilhâm etmektesin. Zulümden kurtulmamız, senin ihsânındır. Sen bize bu isteği, biz istemeksizin verdin, hadsiz, hesapsız ihsânlarda bulundun.’
Rubâi:
“İnciyi sedef gibi içine alacak bir gönül arzu ediyorum; kendini gören, kendi içinde inci olduğunu sanan taş yürekli kişiyi istemiyorum!
Kendini, kendini görmekten kurtarmış, benliğini ayak altına almış, Allah aşkı ile dolup taşmış, dertten, derdin, gamın insanı rahatsız eden sıkıntılarına aldırmayan birisini arzu ediyorum!”