MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/XCVII

Arslanın kuyuya bakıp kendisinin ve tavşanın aksini görmesi.

1303. Arslan onu kucağına aldı. O da arslanın himâyesinde kuyuya kadar vardı.

1304. Kuyunun içinde, suya bakınca arslanın ve onun aksi, su içinde parıldadı.

1305. Arslan su içinde parıldayan aksini gördü. Suda bir arslan şekliyle kucağında şişman bir tavşan şekli gördü.

1306. Su içinde düşmanını görünce, tavşanı bırakıp kuyu içine sıçradı.

1307. Kendi kazdığı kuyuya kendi düştü. Çünkü yaptığı zulüm, kendi başına geldi.

1308. Zâlimlerin zulmü karanlık bir kuyudur; bütün âlimler böyle dediler.

1309. Daha ziyâde zâlim olanın kuyusu, daha korkunçtur. Adâlet, “daha kötüye, daha kötü ceza verilir” buyurmuştur.

1310. Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.

1311. İpekböceği gibi kendi etrafını örme; kendine kuyu kazarsan bâri kararlıca kaz!

1312. Zayıfları sen yardımcısız, kimsesiz sanma; Kur’ân’dan “İza cae nasrûllahi”yi oku.

1313. Sen filsen, düşmanın senden ürkmüşse sana ceza olarak ebâbil kuşu gelip çattı.

1314. Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar.

1315. Sen birisini dişinle ısırıp da kan içinde bırakırsan diş ağrısına tutulunca ne yaparsın?

1316. Arslan, kuyuda kendisini görünce hiddetinden o anda kendini düşmanından ayırt edemedi.

1317. Kendi aksini kendi düşmanı sandı, hülâsa, kendisine kılıç çekti.

Akl-ı meaş’ı, yâni nefs-i emmâreyi temsîl eden arslan kuyu içindeki suda kendi aksini görünce, düşman farzederek kuyuya atladı ve ‘kendi kazdığı kuyuya kendi düştü.’

Cenâb-ı Allah, Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden, selâm olsun üzerine, Âl-i İmrân sûresinin, 140. âyetinde, “Size bir yara değdiyse, o kavim de tıpkı sizin gibi yaralandı. Bu günler, öyle günler ki onları insanlar arasında nöbetle döndürür dururuz. Böylece de Allah, bilgisini, inananlara açıklar, içinizden şehitler edinir ve Allah zâlimleri sevmez” diye buyurur.

Hazreti Ali Efendimizin, selâm olsun üzerine, çok güzel bir sözü vardır, şöyle der: “Bin sefer mazlûm ol, ama bir sefer zâlim olma…” 

“Peygamber Efendimiz, akşamları istirahate çekilmeden evvel tam yetmişbeş sefer ‘Estağfurullah’ çekerdi ve bilerek ya da bilmeyerek birine kırıcı bir söz söylemiş ise içindeki Rabbine sığınırdı ki onu affetsin” diye anlatır Hasan Dede ve devam eder, “Bakın Peygamber olduğu halde ‘Estağfurullah’ çekiyor, istiğfâr ediyor; ya bizim ne yapmamız lâzım… Bu dünyada neyi ikrâm edersek döner bize geri gelir. Bizler sırat köprüsünü devamlı geçmekteyiz. Hakîkatte kıldan ince, kılıçtan keskin denilen; kırk sene düzlük, kırk sene yokuş, kırk sene inişli sırat köprüsü, bu dünyadır. Sen bu âlemde incineceksin, incitmeyeceksin, her varlığa sevgiyle, cömertçe yaklaşacaksın. İnsan, kendisinde isterse Tanrı’yı konuşturur, isterse İblis’i konuşturur. İkisi de insana ait. Peki bunlardan hangisi huzur verir? Elbette Tanrı’yı konuşturmak huzur verir.”

Nasr sûresinin 1. âyetinde, “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman” ve Fil sûresinin 1. ve 2. âyetlerinde de, “Rabbin Fil ordusuna görmedin mi ne etti? Onların kurdukları tuzağı altüst etti” diye buyurur Hazreti Muhammed Efendimiz ve bir hadîs-i şerîfte de, “Müminin arkası himâye olunmuştur, korunmuştur” diye seslenir.

Nitekim, Hazreti Mevlâna buyurur, “Zayıfları sen yardımcısız, kimsesiz sanma; Kur’ân’dan ‘İza cae nasrûllahi’yi oku. Sen filsen, düşmanın senden ürkmüşse sana ceza olarak ebâbil kuşu gelip çattı. Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar.”

“Tasavvuf ehli der ki: ‘İncitme müminin kalbini, çünkü müminin kalbinde Beytullah var, Allah var” der Hasan Dede, “Bir mümini incitirsen Allah’ı incitmiş olursun, çünkü Allah’ın bir ismi de Mümin’dir.”

Yüce Pîr Mevlâna ne güzel söyler… “Tanrı ışığını nefesleriyle söndürmek isterlerse de Tanrı, kendi ışığını tam parlatır; kâfirler hoş görmeseler de böyledir bu.”

Kasîde:

“Sağdan, soldan çekiştirmeler, ayıplamalar duyulsa bile gönlünü bir güzele kaptırmış olan kişi aşkından dönmez! 

Aşk yüzünden kınanmak, ayıplanmak nasıl bir âdet ise, aşığın kulağının sağır olması da bir âdettir. 

Aşk uğrunda iki dünyanın yıkılması, virân olması; aslında mamûr olmaktır, yeniden yapılmak, meydana gelmektir. Aşk uğrunda, aşk yolunda bütün faydalardan vazgeçmekte fayda vardır! 

Hazreti İsa dördüncü kat gökten; ‘Haydi ey aşıklar, elinizi, ağzınızı yıkayınız! Gök sofrası kuruluyor. Mânevî yemekler yeme zamanı geldi!’ diye bağırıyor.

Yürü! Yokluk meyhânesinde sevgiliye karşı yok ol! Nerede iki sarhoş varsa, orada kavga ve gürültü vardır. 

Sen şeytanların bulunduğu yere; ‘Yardım, yardım!’ diye gelip giriyorsun. Aklını başına al da yardımı Allah’tan iste! Buradakilerin hepsi de insan şeklinde birer şeytan, birer ifrittir.

O kadar çok mânâ şarabı iç ki, mest olasın da dedikodudan kurtulasın. Sen aşık değil misin? Aşk da bir meyhâne değil mi?”