Av hayvanlarının tekrar tavşanın sırrını ve düşüncesini araştırmaları.
1041. Ondan sonra dediler ki: “Ey çevik tavşan! Aklındakini meydana çıkar!
1042. Ey bir arslanla pençeleşen, kavgaya girişen, düşündüğün şeyi söyle!
1043. Danışmak, insana anlayış ve akıl verir; akıllar da akıllara yardım eder.
1044. Peygamber, “Ey tedbîr sahibi, danış ki kendisiyle danışılan kişi emîndir” dedi.
Hasan Dede, “Kalb ile dinleyebilmek için insanın çok saf olması lâzımdır. Her şeyden arınmış olması lâzımdır” diye buyurur ve Hazreti Mevlâna’dan misâl vererek, “Mevlâna’nın çok güzel bir sözü vardır, şöyle seslenir” der, “Ey yolcu! Bir iş yapmak istediğin zaman birkaç bilgine danış, ya da istersen yüzlerce bilgine danış; fakat işe başlamadan evvel mutlaka kalbine danış ve kalbinden gelen ses ile işe koyul… Çünkü kalpteki ses her zaman üstündür. Oradan güzel bir ses gelirse o sese uy. Akıl yenilebilir ama kalb yenilmez, orası tevhid yeridir. Hele o kalbe güzel bir Dost koymuşsan, hiç yenilmezsin.”
Nitekim, ‘Peygamber, “Ey tedbîr sahibi, danış ki kendisiyle danışılan kişi emîndir” dedi.’
Tavşanın sırrını onlardan gizlemesi.
1045. Tavşan, “Her sır söylenemez, gâh çift dersin, tek olur; gâh tek dersin, çift çıkar!
1046. Aynanın berraklığını, yüzüne karşı översen nefesinden ayna çabucak buğulanır, bulanır, bizi göstermez olur.
1047. Şu üç şey hakkında dudağını kıpırdatma: Gittiğin yol, paran, bir de mezhebin.
1048. Çünkü bu üçünün de düşmanı çoktur. Düşman bildi mi, sana pusu kurar.
1049. Bir iki kişiye söyledin mi, artık o sırra vedâ et. İki kişiyi aşan, bir başkasına da söylenen her sır, yayılır.
1050. İki üç kuşu birbirine bağlasan elem içinde yerde mahpus kalırlar.
1051. Danışanlar, üstü örtülü, güzel bir tarzda konuşur, danışırlar. Danışmaları, görenleri yanıltacak şekilde kinâyelerledir.
1052. Peygamber, kapalı bir tarzda meşveret ederdi. Ashâb cevap verir, düşman haberdâr olmazdı.
1053. Düşman ayağı baştan ayırd edemesin, bir şeyi sezmesin diye reyini kapalı misâlle söylerdi.
1054. Bu misâlle muradını anlatmış olurdu. Ağyâr sualinden bir koku bile duymaz, hiçbir şey anlamazdı” dedi.
Hazreti Ali, “Akıllı kişi ne sırrını ifşâ eder, ne de başkasının sırrını sorar” diye buyurur.
Hazreti Mevlâna, Fîhi Mâ-Fîh’de şöyle anlatır ve der ki: “Dostlara ısmarıcım olsun, içyüzden anlam gelinleri size yüz gösterdi, gizli şeyler açıldı mı, sakının sakının, onu yabancılara söylemeyin, anlatmayın; duyduğunuz şu sözlerimi herkese söylemeyin. Çünkü ‘Hikmeti, ehli olmayandan başkasına vermeyin; ona zulmetmiş olursunuz; ehlinden de esirgemeyin, ehline zulmedersiniz’ denmiştir. Eline bir güzel, bir sevgili geçse, ben seninim, beni kimseye gösterme; evinde gizle dese onu çarşılarda pazarlarda dolaştırman, herkese, gel de şunu bir gör demen, yerinde bir iş midir; o sevgilinin de hiç hoşuna gider mi bu iş? Onlara gitmez amma sana da kızar. Ulu Tanrı, bu sözleri onlara harâm etmiştir. Hani cehennemlikler, cennetliklere, nerde verginiz, nerde adamlığınız? Tanrı’nın size verdiği, bağışladığı şeylerden birazcığını sadaka olarak, kulların gönüllerini almak için döküp saçsanız, bize bağışlasanız ne olur ki? Çünkü biz bu ateşin içinde yanıyor, eriyoruz; o meyvelerden birazcığını verseniz, o arı duru, soğuk mu soğuk cennet sularından bizim de canımıza dökseniz ne çıkar ki? diye bağırırlar ya…
‘Cehennemlikler, cennettekilere; sudan, Tanrı’nın size rızk olarak verdiği şeylerden bize de dökün saçın derler; cennettekiler de derler ki: Gerçekten de Allah her ikisini de kâfirlere harâm etmiştir.’
Cennettekiler, onu Tanrı harâm etmiştir size derler; bu nimetin tohumu dünyada ekilecekti; mâdemki orda ekmediniz, ekmeye de çalışmadınız, burada ne biçeceksiniz, ne elde edeceksiniz? Büyüklük etsek de size versek bile mâdemki Tanrı, onu size harâm etmiştir, boğazınızı yakar, boğazınızdan aşağıya gitmez o. Bir keseye koysanız kese yırtılır, dökülür gider. İşte tıpkı bunun gibi.
Tanrı rahmet etsin, esenlikler versin; Mustafa’nın yanına, münâfıklardan, yabancılardan bir topluluk geldi. Sahâbe, gizli şeyleri anlatmada, Mustafâ’yı övmedeydi. Peygamber, üstü kapalı olarak sahâbeye buyurdu ki: ‘Kaplarınızın ağızlarını kapatın.’ Yâni testilerin, kâselerin, tencerelerin, kapların kacakların, küplerin ağızlarını örtün; örtülü tutun; pis, zehirli hayvanlar vardır; testilerinize düşerler. Tanrı esirgesin; siz de bilmeden o testiden su içersiniz; size ziyânı dokunur. Mustafa, böylece onlara, yabancılardan hikmeti gizleyin; yabancıların önünde ağzınızı dilinizi kapatın; çünkü onlar farelerdir; bu hikmete, bu nimete lâyık değildir onlar buyurdu.”
Kasîde:
“Ey Hakk’ın sırlarını öğrenmek isteyen! Haydi gel, bu aşk bahçesinde gezinmeye bak ki, aşk sırlarıyla sevinesin.
Bizim gül bahçemiz şarap kadehleri devreden bir aşk bahçesidir. Bu gül bahçesi, bülbüllerin yuvasıdır, cihan farelerine lâyık bir yer değildir.
Burada tûti kuşlarına şekerler, susayanlara âb-ı hayat vardır. Sanki bu, nisan yağmurudur. Bazen zehir gibi acı, bazen kıymetli inci olur. Müttekîler sedef gibi inci ile dolarlar. Şakîler yılan gibi zehirle dolarlar.
Tevhid ilmi, tasavvuf ehline, hâl ehline nasiptir; fıskdan, fücûrdan uzaklaşmayan kimse, mürşitlerin sözlerinden uzak kalır…”