MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/LXXIX

Tavşanın bilgisi, bilginin fazîleti ve faydaları.

1027. Bu sözün sonu yoktur. Kulak ver, tavşan hikâyesini anla!

1028. Eşek kulağını sat, başka bir kulak al ki bu sözü eşek kulağı anlayamaz!

1029. Yürü, tavşanın tilki gibi kurnazlığına bak, onun düşüncesini ve arslanı mağlûb edişini gör!

1030. Bilgi, Süleyman mülkünün hatemidir; bütün âlem cesettir, ilim candır.

1031. Bu hüner yüzünden denizlerin, dağların, ovaların mahlûkatı, insanoğluna karşı âciz kalmıştır.

1032. O yüzden kaplan, arslan; fare gibi korkmaktadır. O yüzden ovada, dağda bütün vahşî hayvanlar gizlenmişlerdir.

1033. O yüzden periler, şeytanlar, kenarı boylamışlar, her biri gizli bir yerde mekân tutmuşlardır.

1034. İnsanoğlunun gizli düşmanı çoktur, ihtiyâta riâyet eden kişi, akıllıdır.

1035. Bizden gizli; güzel, çirkin nice maklûkat vardır ki onlar, daima gönül kapısını çalıp dururlar.

1036. Yıkanmak için dereye girince derenin dibindeki diken sana zarar verir.

1037. Gerçi diken suyun dibinde gizlidir, fakat sana batınca mevcûdiyetini anlarsın.

1038. Vahîy ve vesveselerin ıstırapları, binlerce kişiden gelir, bir kişiden değil.

1039. Şüphe ediyorsan sabret, duyguların değişince onları görürsün, müşkül hâllolur.

1040. O vakit kimlerin sözlerini reddetmişsin, kimleri kendine ulu eylemişsin, görürsün.

Hakîkate kulak vermeyen ve hakîkatten anlamayan kimselere, Mevlâna’nın hitâbı çok açıktır: “Eşek kulağını sat, başka bir kulak al ki bu sözü eşek kulağı anlayamaz!”

Çünkü bu kelâmları idrâk edebilmek ve anlayabilmek için nefsinden arınmış, hayvanlıktan kurtulmuş olmak gerekmektedir. 

Abdülbâki Gölpınarlı, 1030. beyitteki, Mevlâna’nın, “Bilgi, Süleyman mülkünün hatemidir” sözüne istinâden, “Süleyman Peygamber’in, üstünde İsm-i Âzam, yâni Tanrı’nın en ulu adı kazınmış bir mührü varmış. Süleyman, bunun kutluluğu sâyesinde kurda, kuşa, bütün yaratıklara buyruk yürütürmüş” der ve, “Mevlâna, bu yüzüğü, gerçek gâye değil de, yokluğunu anlamaya vâsıta olan bilgi olarak tevîl ediyor” diye açıklar.

Nitekim, “Bir insanın öğrenmesi gereken en yüce bilgi, yokluk bilgisidir” diye buyurur Hasan Dede ve, “Hakk’ın güzelikleri bizde varlığını ne kadar çok gösterirse, biz o kadar alçalırız. İşimiz bu bizim; yokluğa bürünmek! Kendimizi yoklukta tutmak. Hakk’ın büyüklüğünü, güzelliklerini kendi içimizde seyretmek… Başka bir yerde değil!” der.

İşte, ’bu hüner yüzünden denizlerin, dağların, ovaların mahlûkatı, insanoğluna karşı âciz kalmıştır.’

Fakat yine de ihtiyâtı, yâni tedbîri elden bırakmamak gereklidir, çünkü, ‘İnsanoğlunun gizli düşmanı çoktur, ihtiyâta riâyet eden kişi, akıllıdır.’

Hazreti Mevlâna’nın, 1036 ve 1037. beyitlerdeki, ‘derenin dibindeki diken’ teşbîhinden maksat da insanın nefsidir ki, Hasan Dede, şöyle bir menkîbe dile getirir:

Hazreti Muhammed Efendimiz, Uhud Savaşı’ndan döndükten sonra, sahâbesine, “Biz küçük savaştan çıktık, şimdi büyük savaşa gidiyoruz” diye buyurunca, sahâbe sorar: “Nasıl küçük savaş olabilir, yâ Resûlallah? Yaptığımız bu savaş, âdetâ kıyameti andırdı.” 

Peygamber Efendimiz onlara şu cevabı verir: “Oradaki savaşta karşımızdaki düşmanı görüyorduk. Gaflete düşersek düşmana yeniliriz, ama gözümüzü dört açarsak düşmanı yeneriz. Büyük savaş ise, görünmeyen düşmana karşı yapılandır; o düşman da nefsimizdir. Onun nereden nasıl saldıracağını bilemeyiz, bu nedenle daima ihtiyâtlı olmalıyız.”

Nitekim, Mevlâna, “Tanrı, bir hâlden bir hâle döndürme esnâsında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak seni hâlden hâle döndürür durur” der, “Bu suretle de Ashâb-ı Şimâlden olmaktan korkar durur, erler gibi de Ashâb-ı Yemîn’in lezzetini umarsın.”

Şiir:

“Düşündüm âlemde vardır hikmetler, 

İnsanlar bir fayda bulsunlar diye. 

Yaratılmış nice nice âlemler, 

Görüp de bir ibret alsınlar diye. 

Yaratmış insanı bir de ruh vermiş, 

Her biri birine iyi görünmüş, 

Onsekizbin âlem insanda sırlanmış, 

İnsanlar o sırra ersinler diye. 

Resûller yarattı kendi nurundan, 

Nice velîler geldi Hakk’ın sırrından, 

Âdem’i yarattı balçıktan nurdan,

İlim, irfân verdi bilsinler diye. 

İyiler verdi, zâlim de verdi, 

Nice peygamberler peşpeşe geldi, 

Çıktı Muhammed mîraca erdi, 

Binlerce yıl geçince uçsunlar diye. 

Hasan, daim Hakk’ı Hakk bildi, 

Nice canlar Hakk’tı kâfir sayıldı, 

Dünya yedi kere ıssız kılındı, 

Yaşarken kıymetini bilsinler diye…”