“Gam ve keder halk-ı cihanındır, aşıkta gam keder neyler?” Şeyh Gâlib
Ey doğruların medâr-ı iftihârı! Doğrulukta bulun. Ey başköşe! Ben senin kapında eşiğim.
Mânâ âleminde başköşe nerde, eşik nerde? Sevgilimizin bulunduğu yerde biz ve ben nerde?
Ey canı biz ve ben kaydından kurtulan! Ey erkekte kadında söze ve vasfa sığmaz ruh!
1780. Erkek, kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir, sensin. Birler de aradan kalkınca kalan yalnız sensin.
Kendi kendinle huzur tavlasını oynamak için bu “ben” ve “biz”i vücuda getirdin.
Bu suretle “ben” ve “sen”ler, umûmiyetle bir can hâline gelirler, sonunda da sevgiliye müstâğrak olurlar.
Hülâsa söylediklerimin hepsi vardır. Ey kün emri, ey gel denmekten ve söz söylemekten münezzeh Tanrı, sen gel!
Ten gözü seni görebilir mi; senin gamlanman, neşelenip gülmen hayale gelir mi?
1785. Gama, neşeye merbût olan gönüle, onu görmeye lâyıktır, deme!
Keder ve neşeye bağlanmış olan; bu iki âriyet vasıfla yaşar.
Hâlbuki yemyeşil aşk bağının sonu, ucu bucağı yoktur. Orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var!
Aşıklık bu iki hâlden de daha yüksektir; baharsız, hazansız ter ü tazedir.
Yüce Pîr Mevlâna, selâm üzerine olsun, “Sen bizimle beraber olunca, hakîkati görürsün. Yalnız dudaklarınla değil, gül gibi bütün bedeninle gülmeye başlarsın. O zaman ayaklarındaki dünyaya ait istek bağları çözülür, hayrete kavuşursun ve her şey sana apaçık gösterilir” diye buyurur.
Hasan Dede, selam olsun üzerine, aşıka göre başköşenin sevgilisinin yanı olduğunu söyler ve şu menkîbeyi anlatır:
“O devirde, halk, Mevlâna’yı Şems’ten ayırmak istiyorlar, bir medrese meydana getirmişler. Mevlâna’ya haber gönderiyorlar, gelsin açılışını yapsın. İllâ bir sebep bulacaklar.
Mevlâna, Şems’e diyor, ‘Kalkın efendim, davetliyiz.’
Şems, ‘Davetli olan sensin, beni ne diye davet ediyorsun’ diyor.
Mevlâna, ‘Ama sen biliyorsun ki, ben sensiz gitmem’ diyor.
‘Peki…’ Kalkıp gidiyorlar.
Mevlâna, açılışı yapıyor, hayır duası ediyor, sonra ‘Bize müsaade biz gidelim’ diyor.
‘Yok’ diyorlar, ‘bizim birkaç sorumuz var. İçeriye buyurmaz mısınız?’
Şems diyor, ‘Sen git, ben burda otururum.’
Nerde oturdu Şems-i Tebriz… medresenin kaldırımında. Bakın, yerde oturuyor.
Mevlâna giriyor içeriye, ‘Nedir sorunuz?’ diyor.
‘Sorumuz’ diyorlar, ‘Baş köşe neresidir bir evin içinde?’
Cenâb-ı Mevlâna, ’Birincisi, bir evsahibi nereye oturursa, oraya baş köşe denir. İkincisi, bir Ulemâ, bir bilgin nereye oturursa, oraya da baş köşe derler. Üçüncüsü ise,’ diyor, ‘Sevgili nerdeyse orası baş köşedir.’ Fırlıyor medreseden çıkıyor dışarıya, oturuyor Şems’in yanına, sarılıyor boynuna.
Sevgilisinin yanı baş köşe…
Mânevî aşk ne beden bırakır, ne akıl bırakır. Aşık olan kişide tamamen kendi varlığını gösterir. Bu kişinin nazârında dünya bir rüya âlemidir, hiçbir bekâsı yoktur. Onun bekâ âlemi ancak sevgilisinin yanıdır, diğer taraflar hep boştur.”
Kasîde:
“Bize Hakk yolunda ‘biz’siz olarak bir yolculuk nasîb oldu. O yolculukta ‘biz’siz olduğumuz için gönlümüze bir ferahlık geldi.
Daima bizden gizlenen o gerçek sevgili, o ay yüzlü güzeller güzeli, orada ‘biz’siz olarak yanağını yanağımıza koydu.
Biz o dostun gamı ile can verdik de onun gamı, bizi, bizden kurtardı, ‘biz’siz olarak doğurdu.
Biz her zaman aralıksız şarap içmeden mest olanlardanız. Biz daima ‘biz’siz olarak neşelenir, mânevî zevkler duyarız.
Siz sakın bizi yâd etmeyin, buna lüzum yok. Çünkü biz ‘biz’siz olduğumuzdan kendimiz rüzgâr kesilmişiz de her yerde eser dururuz.
Biz ‘biz’siz kalıyoruz da, her zaman sevinç içindeyiz, mutluyuz. Bu sebeple daima ‘biz’siz olalım, ‘biz’siz kalalım diyoruz.
Kapıların hepsi de yüzümüze kapanmıştı. Biz, bizden kurtulunca, kapıların hepsi de açıldı.”