MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXVI

“Bana senin akîk gibi dudağın gerek, şekerin ne faydası var? Bana senin cemâlin lâzım, kamerin ne yeri var?” Mevlâna

1555. Dostların sevgiliyi anması, sevgiliye ne mutludur. Hele anan ve anılanın biri Leylâ, öbürü Mecnûn olursa.

Ey güzel endâmlı sevgilinin mahremleri! Kendi kanımla doldurduğum peymâneleri içmem revâ mı?

Sevgili! Bana da bir nasîb vermek istersen beni anarak bir kadeh iç!

İçerken bu yerlere serilmiş düşkün aşığı yâd ederek toprağa bir yudum şarap dök!

Şaşılacak şey! Nerde o ahîd, nerde o yemîn? O şeker gibi dudağın verdiği vaadler hani?

1560. Bu kulun ayrı düşmesi, fenâ kulluktansa… kötüye kötülükle mukâbele edersen aramızda ne fark kalır?

Fakat hiddetle, şiddetle senden gelen kötülük, semâdan, çengin nağmelerinden daha zevkli, daha neşeli.

Ey cefâsı devletten daha güzel, intikamı candan daha sevimli dilber!

Ateşin bu… acaba nurun nasıl? Mâtem, bu olunca düğünün nice?

Cevrinde öyle tatlılıklar var ki… mâlik olduğun letâfet yüzünden kimse seni hakkıyla anlayamaz.

1565. Hem inlerim, hem de sevgili inanır da kereminden o cevri azaltır diye korkarım.

Kahrına da hakkıyla aşığım, lütfuna da. Ne şaşılacak şey ki ben bu iki zıdda da gönül vermişim.

Tanrı hakkıyçün bu dikenden kurtulur, gül bahçesine kavuşursam bu sebepten bülbül gibi feryâd ederim.

Bu ne şaşılacak şey, bülbüldür ki ağzını açınca dikeni de gül bahçesiyle beraber yutar, ikisini de bir görür!

Bu bülbül değil, ateş canavarı! Onun aşkıyla bütün kötü şeyler, kendisine hoş gelmekte!

1570. Güle aşık, hâlbuki esâsen kendisi gül, kendisine aşık, kendi aşkını aramakta!”

‘Ey güzel endâmlı sevgilinin mahremleri! Kendi kanımla doldurduğum peymâneleri içmem revâ mı?’

Ahmed Avni Konuk buyurur ki: “İlâhî ilimde kâbiliyet ve istidâdı tam ve sabit olan enbiyâ ve evliyânın hakîkatidir ki, onlar nefs perdelerini yırtıp kendi hakîkatlerine mahrem ve sohbet arkadaşı olmuşlardır. Ve kendi hakîkatleri dahî, bütün isimlerin mânâlarını içinde toplayan ’Allah’ isminin mazhârıdır. Bu konuda söz sahibi olanlar, ‘İnsan-ı kâmilin zâhiri bâtınına tapar’ dedikleri dahî bu mânâdadır… Allah’a aşık olan insan-ı kâmil, küllün aşıkıdır ve kendisi de külldür. Binâenâleyh o kendisinin aşıkı olmuş olur ve kendisinin aşkını isteyici ve arayıcıdır… Yâni ey nefsin perdelerini yırtıp kendi hakîkatleri olan Hakk’a mahrem ve dost olan âli ruhlar, ben ten kaydı içinde kendi nefsimin kanla dolu olan mey kadehlerini içiyorum. ‘Kan dolu kadeh’ten maksat, gazab ve şehvet gibi nefsânî sıfatlardır.”

Hazreti Ali Efendimiz, selâm olsun üzerine, “Ey insanlar’” diye seslenir, “kim öğüt diler, kabul etmeyi isterse, Allah ona başarı vermiştir; onun sözünü doğru yola kılavuz edinen, doğru yola girmiştir. Allah’a sığınan emîn olur, ona düşman kesilense korkar durur. Çünkü Allah’ın ululuğunu tanıyanın ululanması gerektir; çünkü onun yüceliğini bilenlerin yücelmeleri, ona karşı alçalmalarıdır; onun kudretini bilenlerin esenlikleri, ona teslîm olmalarıdır. Allah, ahdini, amânını kulları arasında bir rahmet olarak yaymıştır ki o, bir emnîyettir, herkes orda esenleşir; bir haremdir, herkes ona sığınır; bölük bölük herkes onun civârına koşar gider.”

Nitekim Cenâb-ı Allah, Hazreti Muhammed Efendimizin şeker gibi dudaklarından, selâm üzerine olsun, şöyle buyurur Kur’an-ı Kerîm’de, “De ki: Ey kendi öz canlarına karşı haddi aşarak hareket eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. O, kusurları bağışlar. Çünkü O, yarlıgayıcıdır, bağışlayıcıdır.” (Zümer, 53)

“Ne güzel yaratmış Hakk, hem gülü hem dikeni” der Hasan Dede ve sorar, “Diken ne için sığındı güle bilir misiniz?.. Diken güle sığınmıştır ki, ateşe atılmaması için. Gülü atmazlar ateşe, gördükleri yerde kaldırırlar koyarlar bir kenara, orada kurur gider, ama ateşe atmazlar gülü. İşte diken de ateşe atılmamak için güle sığınmıştır. Gül olmasa dikeni ateşe atarlar. Gül onu kabul ettiği için diken de bekçilik yapar güle. Dikkatsiz biri onu koparmaya kalkarsa o da batar ona, korur gülü; ister ki aklını kullansın da öyle alsın gülü.”

‘Ey cefâsı devletten daha güzel, intikamı candan daha sevimli dilber! Ateşin bu… acaba nurun nasıl? Mâtem, bu olunca düğünün nice?’

Hazreti Mevlâna der ki, selâm üzerine olsun, “Birisinin yüreği Tanrı için erirse şehitler gibi iki âlemde de lütfa, ihsâna mazhâr olur.”

“Aşıklar belâyı isterler, dikeni güle tercih ederler” diye buyurur Sultan Veled Hazretleri, “Aşıklara cehennemin en derin yerleri cennettir. Onların zevki de, şiddeti de mihnettedir. Tazelikleri yangın ateşindendir. Semender gibi ateş içinde yer tutarlar. Aşıkların hepsi de belâyı istirahata tercih etmişlerdir, kendilerinden geçmişler, uyku ve yemekten kesilmişlerdir. Onların canı fitne ve şer ister, kılıçları kan deryâsı içinde olmalıdır. Onların kalbine korku yol bulamaz, canlarına Hakk’tan başka vâkıf olan yoktur… Onlar, Cenâb-ı Halil’e benzer. Ateş ve duman onlara gülistan ve bostandır. Onların gülşen ve reyhânları ateştir, huri ve rıdvanları cehennemin kahrıdır. Git, sen de bir Halil ol ki belâ ateşi seni o ziyâfete davet etsin.”

‘Bu ne şaşılacak şey, bülbüldür ki ağzını açınca dikeni de gül bahçesiyle beraber yutar, ikisini de bir görür!.. Güle aşık, hâlbuki esâsen kendisi gül, kendisine aşık, kendi aşkını aramakta!’

Şiir:

“Ey canlar, ey aşıklar… 

Hilkâtin cilvesi aşk zuhûr etti, 

Her şey mahvoldu. 

Aşk tümdür, ondan gayri her şey mahvolur, 

Aşk ne ilk, ne de sondur, 

Aşk sonsuzluk vahdetidir. 

Aşkın ne sûreti ne de sîreti vardır, 

Aşk her vasfın üstündedir. 

Aşkın naz ve cilvelerinden maşukluk zuhur etti, 

Aşk kadeh sûretinde göründü, 

Aşk şarap hâlinde dem oldu. 

Her kim o surette demi gördü, 

Aslına vasıl oldu, 

Görmeyen tümüyle yok oldu. 

Her şey aslına rücû etti, 

Aşkı, aşktan başka hiçbir şey tefsîr edemedi…”