MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/CVII

“Can, bakışta görüşte yok oldu da şunu dedi: Tanrı’nın yüzüne, Tanrı’dan başkası bakamadı gitti.” Mevlâna

Tereddüt içinde kalan, hayretlere düşen kişinin kulağına da Hakk, bir muamma söylemiştir.

Bu suretle onu iki şüphe arasında hapseder. ‘Ey yardımı istenen Tanrı! Şunu mu yapayım, bunu mu?’ der.

İki ışıktan birini üstün tutar, üstün tuttuğunu yaparsa o da yine Hakk’tandır.

1455. Can aklının tereddüt içinde bocalamasını istemezsen o pamuğu can kulağına tıkma.

Ki Tanrı’nın o muammalarını anlayasın, gizlice ve açıkça söylenen sözleri idrâk edesin.

Böyle yaparsan can kulağı vahiy yeri olur. Vahiy nedir? Zâhirî duygudan gizli söz.

Can kulağıyla can gözü, zâhirî duyguya yabancıdır; o duygu, bu duygudan bambaşkadır. Akıl ve duygu kulağı, bu hususta müflistir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, Nisâ sûresinin 143. âyetinde, “Onlar, imanla küfür arasında bocalayıp dururlar, ne onlara mâl olurlar, ne bunlara” diye buyrulmaktadır.

Değerli mutasavvıflardan Ahmed Avni Konuk, Mesnevî tefsîrinde, bu beyitlerle ilgili şöyle yorum yapar: “Fikrini toparlayıp bir meselenin içinden çıkamayan kişi tereddüt içindedir. Buna da sebep, Hakk onun kulağına bir muamma, yâni mânâsı açık olmayan bir sır söylemiştir ve o iki yol arasında tereddüt içinde mahpus kalmıştır. Genel görünümde, Hakk’ın iki sırât-ı müstakîmi vardır; birisi ‘Hâdî’ isminin yolu, diğeri ise ‘Mudill’ isminin yolu. Her birisi kendi yolunun yolcularını, başlarından tutup, kendi akîbetlerine götürür. Cenâb-ı Allah, Hâdî yolcularından razıdır, fakat Mudill yolcularından razı değildir. Nitekim Fâtiha sûresinde, ‘Yâ Allah, bizi sırât-ı müstakîme hidâyet et! Öyle sırât ki, sen onlardan razı olup ihsân eyledin. O yol, üzerlerine gazâb ettiklerinin yolundan gayrıdır’.. Eğer can aklını, zikr olunan iki yol içinde tereddütten kurtarmak istersen, o huzûzât-ı nefsanîye pamuğunu kulağına tıkma ki, yâni nefsine hoş gelen şeylerden uzak dur ki, enbiyânın ve onların vârisleri olan evliyânın, hidâyete çağıran davetlerini işitebilesin ve nihâyetinde tereddütten kurtulasın.” 

Beyit:

“Hazreti Kurân’ın gelini, ancak iman ülkesinin savaştan korunmuş olduğunu görürse peçesini açar.”

Sultan Veled Hazretleri, selâm olsun üzerine, “Lüleden akan sudan deniz bilinebilir mi? Güneş, zerreden anlaşılabilir mi? Meğer ki o, dilsiz olarak, yolu izi olmayan bir yoldan gizlice sana söylesin” diye buyurur, “O zaman, kaynak nasıl topraktan coşarsa, senden de söz coşar; o coşuşla çevikleşirsin, bilgisi de gönlünden akar; onun lütfuyla, letâfetiyle bedenin de akar gider. Onu can gözü görür, ten gözü değil; iş, can işidir, bedenden geç, Hakk sırrını dedikoduda arama; o sırra erince de sus; söyleme. Sarftan, nahîvden vazgeç de mahvolmak yoluyla ona kavuşmaya bak. Kalem buraya erişti de kırıldı; ev onun yüzünden yıkıldı; kapı paramparça oldu. Ne ön kaldı, ne ard, ne üst kaldı, ne alt; ne sol, ne sağ var, ne kuru var, ne yaş. Soyunduk, çırçıplağız, hiçbir şeyimiz yok; bırak bizi, hiç kesilenle hiç becelleşme. Her şeyi terkettik, su kesildik; belirtisi bile görünmeyen şarapla yıkıldık gittik. Önünde bir şekil gibi görünüyoruz ama iyi bak, ne suretimiz var, ne şeklimiz.”

Nitekim Hazreti Şems de, selâm olsun üzerine, şöyle hikâye eder: “Ârifin biri, bir nahîvcinin katına gitmiş, oturmuştu. Nahîvci dedi ki: Söz, şu üç hâlden dışarı olamaz: Ya isim olur, ya fiil olur, ya harf. Ârif, elbisesini yırttı da eyvahlar olsun dedi; yirmi yıllık ömrüm de yele gitti, çalışıp çabalamam da. Ben, bu üç hâlden dışarı bir söz vardır umuduyla çalıştım; sense benim umudumu yitirdin gitti. Bu ârif, o sözün anlamına da erişmişti, maksadına da; fakat bu yolla nahîvciyi uyandırmak istiyordu.”

‘Vahiy nedir? Zâhirî duygudan gizli söz. Can kulağıyla can gözü, zâhirî duyguya yabancıdır; o duygu, bu duygudan bambaşkadır. Akıl ve duygu kulağı, bu hususta müflistir.’

Kasîde:

“Dostu dosta götüreni, melekleri gökyüzünden yeryüzüne indireni getir! 

Her gece, Hazreti Muhammed gibi Mîraca çıkmak için aşk burağına eğer vuranı getir! 

Aklını başına al da, sen canla arkadaş ol, onunla düş kalk, onun huzurunda otur! Çünkü her oturuşta, biraz daha onun huylannı, sıfatlarını elde edersin. 

Sakîsi ruh olan sonsuzluk aşk şarabını alır çekersin, çekince de kendinden geçersin, öyle bir hâl alırsın ki, 

Hakk yolu yolcusuna; ‘Git de canla oynama huyunu pervâneden öğren!’ dersin. Çünkü o, seni din mumunun ateşine çağırmaktadır.

Allah’ın vahyi geldi. Can kulağınızı açın da onu duyun. Çünkü mânâ kulağı açık olan kişiye, Allah hakîkati gören göz ihsân eder. 

Dostun gönle gelen hayali sana buluşma müjdesini verir. O hayal, o zan seni alır; yakîne, tam inanca çeker götürür. 

Sen düştüğün şüphe kuyusunda Yusuf gibisin. Dostun hayali de sanki bir iptir sen o ipe sıkıca tutunup çıkarsan kendini yücelerde, göklerin üstünde bulursun. 

Buluşma günü aklın başında kalabilirse sana der ki; ‘Ben, sana nefsanî arzularını ayak altına al!’ dememiş miydim? İşte dediğim gibi oldu; nefsi terk ettin de dostu buldun. 

Eğer sen, insan gibi yaşarsan, doğru bir kişi olursan, can buluşma evine girer. Eğer eğri bir kişiysen, seni atlaslara, giyinmeye, kuşanmaya çeker götürür. 

Dünya hayatında başına gelen belâlara, cefâ dikenlerine katlan! Çünkü çektiğin acılar, sıkıntılar seni dikenlerden alır da güllere kavuşturur. Reyhanların, yaseminlerin bulunduğu bahçeye çeker götürür. 

Dost uğruna düşmanların lânetini, hakaretini, küfürlerini şerbet gibi iç! Çünkü bu lânetler, hakaretler, küfürler, seni lütuflara, senâlara, aferinlere mânevî derecelere ulaştırır.”