MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/CVI

Rum kayseri elçisinin Emîrülmüminin Ömer’den suali.

Elçi, “Yâ Emîrülmüminin, can yücelerden yere nasıl indi?

Hiçbir şeyle mukayyet olmayan can kuşu nasıl kafese girdi?” diye sordu. Ömer dedi ki, “Hakk, ona efsunlar okudu, hikâyeler söyledi.

Tanrı; gözü kulağı olmayan yokluklara efsun okuyunca onlar, coşmaya başlarlar; varlık âlemine konarlar.

1445. Yok olanlar, onun efsunuyla varlık diyârına takla atarak ve derhâl gelirler.

Sonra var olana yine bir efsun okuyunca onu yokluğa derhâl ve iki çifte atla sürer.

Gülün kulağına bir şey söyledi, güldürdü. Taşın kulağına bir şey söyledi, akîk ve maden hâline getirdi.

Cisme bir âyet okudu, can oldu. Güneşe bir şey söyledi, parladı.

Sonra yine güneşin kulağına korkunç bir şey üfler, yüzüne yüzlerce perde iner.

1450. O kelâm sahibi Tanrı, bulutun kulağına bir şey okur, gözünden misk gibi yaşlar akıtır.

Toprağın kulağına ne söyledi ki murâkebeye vardı, dalgın bir hâlde kaldı?

Peygamber Efendimiz, selâm olsun üzerine, “Âdemoğlu yaratıldı. Yanına da, doksandokuz türlü ölüm konuldu” diye buyurur.

‘Âdem’in bir diğer mânâsı hiçliktir, yokluktur. ‘Tanrı; gözü kulağı olmayan yokluklara efsun okuyunca onlar, coşmaya başlarlar; varlık âlemine konarlar. Yok olanlar, onun efsunuyla varlık diyârına takla atarak ve derhâl gelirler. Sonra var olana yine bir efsun okuyunca onu yokluğa derhâl ve iki çifte atla sürer.’

Hazreti Ali Efendimiz, selâm olsun üzerine, yaratılışla ilgili şöyle buyurur: “Gerçekten de bütün işler, O’nun dileğiyle oldu; irâdesi yerini buldu. Eşyanın bütün sınıflarını, onlara dâir bir düşünceye dalmaksızın halketti; bir tasarlamaya girişmeksizin yarattı; yaratışta, çağların meydana getirdiği olaylardan doğan, bir tecrübeden faydalanmadı; şaşılacak şeyleri yoktan ver ederken bir ortağın yardımına dayanmadı. Yarattıklarının yaratılışlarını irâdesiyle tamamladı; onlar da itâatte bulundular O’na; dâvetine uydular O’nun; bu hususta ne bir geri kalan oldu, ne bir ağır davranan. Her şeyi düzene soktu; sınırını belirtti; kudretiyle aykırı olanları uzlaştırdı; birbirleriyle bağdaşma sebeplerini ulaştırdı; miktarları, hadleri, tabiatları, durumları bakımından çeşit çeşit, birbirlerinden ayrı cinslere ayırdı. Yaratıklar meydana getirdi; sanatlarını pekiştirdi; dilediği gibi yoktan var etti onları, icâd etti.”

Nitekim, Kur’ân-ı Kerîm’de, Yâ Sîn sûresinin 82. ve 83. âyetlerinde buyrulur ki: “Allah, bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı ‘Kûn – Ol’ demekten ibarettir. Hemen oluverir. Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah’ın şânı ne kadar yücedir! Siz de O’na döneceksiniz.”

“Gökler, yerler, anlayan kişiye hep sözdür. Bunların hepsi de ‘Ol der, oluverir’ sözüyle bildirildiği gibi sözden doğmuştur” der yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine ve bir kasîdesinde şöyle seslenir…

“Cihan zindanına gelmeden önce, ben hep seninle beraberdim, keşke ızdıraplarla dolu bu dünya tuzağına düşmeseydim. Çünkü senin yanında çok mutlu idim. 

O kadar çok söyledim: ‘Ben yerimden memnunum, sefere çıkmak istemiyorum’ dedim. Dedim ama anlatamadım. Bak bu güç yolculuğa düştüm. Yükseklerden yeryüzüne indim. 

Lütfun beni aldattı da dedi ki: ‘Korkma, git! Benim keremim, bu yolculukta kılavuz olur, sana bir zarar gelmez. Gurbete gidersen, asıl yurdundan ayrılırsan, çekeceğin zahmetler, ızdıraplar seni pişirir, hamlığın kalmaz. Sonra olgun bir hâlde, hünerlerle dolu bir bilgin olarak yine vatanına dönersin.’ 

Ona dedim ki: ‘Ey bilgilerin canı; sensiz ben bilgiyi ne yapayım? Bilgi almak için senin yanından kim gider; ancak senin büyüklüğünden haberi olmayan gider.’ 

Senin elinden şarap içtiğim zaman, aklım başımdan gider. Hoş bir sarhoşluğu tadarım. O zaman tehlikesiz, korkusuz bir kimse olurum. Beşerî kötülüklerden kurtulurum. 

Efendim kulağıma yol kesenlerin sözleri gibi bir takım sözler söyledi, beni baştan çıkardı. Sersem edip yola salıverdi. 

Benim ötelerden bu dünyaya sürgün edilişimin hikâyesi çok uzundur. Eğer o eşsiz varlığın keremi bizim kederlerle dolu gecemize hoş bir seher göndermezse, ah hîlesinden ah…”