Kadınlar akıllı kişiye gâlebe ederler, fakat câhil kişi onlara gâlib olur.
Peygamber dedi ki: “Kadınlar; akıllı kişilere, ehlidil olanlara fazlasıyla gâlib olurlar.
Fakat câhiller, kadına gâlebe ederler.” Çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar.
2430. Onlarda acıma, lütfetme, sevme azdır. Çünkü tabîatlarında, yaratılışlarında hayvanlık üstündür.
Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse… hayvanlık vasfıdır.
Kadın, Hakk nurudur, sevgili değil… Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil!
Yeri gelmişken, İslâm’da ve Mevlevîlikte kadının öneminden bahsetmek uygun olacaktır.
Bilindiği üzere, Hazreti Muhammed Efendimizin, selâm olsun üzerine, peygamberliği ile yeni bir çağ açılmıştır. Kadınların, kölelerin ve savunmasızların hakları O’nunla korunmaya başlanmıştır. Kadınlar, Hazreti Muhammed Efendimizin devrinde saadete ermiştir. Kur’ân-ı Kerîm, herkesin haklarının korunmasını düzenleyici kurallar getirmiş ve tüm insanlığı doğaya, erkek ve kadın olarak birbirlerine karşı saygılı olmaya çağırmış ve bunu yaparken de tüm bunları yaratan Tanrı’yı daima aklımıza getirmemizi istemiştir. Bütün bu vahiyler, putperestliğin yaygın olduğu sırada, erkek çocukların dünyaya gelişinin aileyi şereflendirdiği, kız çocukların ise diri diri gömüldüğü yüzyılda gelmiştir.
Diğer birçok şeyin yanında, Hazreti Muhammed Efendimizin peygamberliğinin ilk yıllarında, kadınların toplum hayatının her yönünde aktif olarak yer aldıkları görülmektedir. Kadınlar, Medîne’deki ilk câminin yapımına yardım etmişler ve orada erkeklerle birlikte ibâdet etmişlerdir. Bir tarafta erkekler sıra hâlinde dururlarken, diğer tarafta kadınlar aynı şekilde omuz omuza yer almışlardır. Bazı toplumlar, bugün hâlâ, Hazreti Muhammed Efendimizin Medîne’deki câmisinde bu düzeni muhafaza etmektedirler.
Hazreti Muhammed Efendimizin, en büyük kızı Zeynep’ten olan torunu Umeynâ’yı nasıl, zaman zaman, Medîne’deki câmiye getirdiği ve onu omuzlarına almak suretiyle nasıl namaz kıldığı konusunda güzel bir hikâye vardır ki, secde etmesi gerektiği zamanlarda, onu yanına koyduğu ve tekrar kıyâma kalktığında onu yine omuzlarına aldığı anlatılır.
Hazreti Muhammed Efendimizin dâr’ül bekâya irtihâl etmesinden sonra onun hadîslerini aktaranlar arasında Hazreti Muhammed’in eşleri de yer almaktadır. Ve en önemlisi, Hazreti Muhammed Efendimizin torunlarının annesi ve İslâmiyet’in bâtınî yönünün tezâhür ettiği ilk kişi kızı Hazreti Fatma Annemizdir, selâm olsun üzerine.
Peygamber Efendimizin ilk eşi Hazreti Hatice, selâm üzerine olsun, peygamberliğinin ilk yıllarında, toplumda birçok kişi kendisine karşıyken Hazreti Muhammed Efendimizin yanında cesurca yer almıştır. Üstelik bunu kendisi ve ailesinin toplum dışı bırakılması ve zorluklara mâruz kalmasına rağmen yapmıştır. Hiçbir zaman Hazreti Muhammed Efendimizi ve vazîfesini desteklemekten vazgeçmemiştir. O, her zaman Peygamber Efendimizin hayat arkadaşı ve en güvendiği kişi olmuş ve yeni filizlenen bu inanç yolunda kendilerini destekleyen tüm insanlara kucağını açmış ve onlara dayanak olmuştur.
Peygamber Efendimizin ciğerparesi, biricik kızı Hazreti Fatma’nın oturuşu, yürüyüşü ve konuşması ile babasını çok fazla andırdığı söylenir.
Peygamber Efendimizin, Hazreti Hatice’den sonra evlendiği hanımı Ayşe, Hazreti Fatma için şunları söylemiştir: “Allah’ın başka hiçbir kulunun, Resulallah’ı, konuşması, sözleri ve oturuşuyla daha fazla andırdığını görmedim. Allah her zaman onunla olsun. Resulallah onun geldiğini gördüğünde, yerinden kalkar onu öper, elinden tutar ve yanına oturturdu; kendisini görmeye geldiğinde, Fatma da O’na karşı aynı şekilde davranırdı; O’nun Fatma’ya karşı özel bir sevgisi vardı. Bir keresinde şöyle demiştir: ‘Her kim Fatma’yı memnun ederse, Allah’ı memnun etmiş demektir ve her kim Fatma’yı incitirse Allah’ı incitmiş demektir. Onu memnun eden her şey beni memnun eder, onu kızdıran her şey beni kızdırır ve onu incitmiş olan herkes beni incitmiş sayılır.’ Bir seyahate gitmeden önce en son olarak Fatma’yı görür ve seyahatten döndükten sonra da ilk olarak Fatma’ya giderdi.”
Sonuş itibâriyle, Hazreti Muhammed Efendimizin verdiği mesaj, ruh ve bedeni, uhrevî ve dünyevî yaşamı, erkek ve kadını bir bütün olarak ele alır. Farklı kültürel yaklaşımlar bu amacın özünden sapmasına neden olmuş olsa da, Kur’ân’da, Tanrı’nın nezdinde erkek ve kadının eşitliği gözler önüne serilmiştir. Yüzyıllar boyunca erkekler kadar kadınlar da aşkın ışığını taşımaya devam etmişlerdir. Bir çok nedenden ötürü, pek çok bölgede kadınlar erkeklerden daha az göze çarpmışlar, daha az seslerini duyurmuşlar ve toplumda kendilerini daha az göstermişlerdir. Fakat bununla birlikte erkeklerle birlikte toplum içerisinde rol üstlenmişlerdir. Yüzyıllar boyunca ortaya çıkan birçok tasavvufî çevrede, kadınlar törenlerde erkeklerle birlikte yer almışlardır.
Yüce Pîrimiz Mevlâna’nın, selâm olsun üzerine, yolu olan Mevlevîlikte, kadınlara her zaman saygı duyulmuş ve mânevî yolda her şekilde rol almaları için dâvet edilmişlerdir. Hatta sıklıkla, hem kadınlara hem de erkeklere rehberlik eden Mevlevî şeyh hanımefendiler olmuştur.
Yüce Pîrimiz Mevlâna’nın birçok kadın müridinin olmasının yanısıra, kadınların semâ âyinlerine katılmaları da teşvik edilirdi. O devirde, genellikle kadınlar kendi aralarında semâ yapmakla birlikte bazen de erkeklerle birlikte sema yaparlardı.
Hazreti Pîr, sıklıkla kadınlardan güzellikle söz eder ve kadını, Allah’ın dünyadaki yaratıcı gücünün en güzel örneği olarak gösterirken, yukarıdaki beyitlerde de görüldüğü üzere, Mesnevî’sinde bunu, “Kadın, Hakk nurudur, sevgili değil… Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil!” sözleriyle dile getirir.
Yüce Pîr Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled Hazretleri’nin eşi Fatma Hatun hakkında, Ahmed Eflâkî Dede’nin kaleme aldığı, Âriflerin Menkîbeleri isimli eserinde şöyle bahsedilmektedir:
“Fatma, hem bâtınî dünyada, hem de zâhirî dünyada birçok mucizeler gerçekleştirmiştir. Fatma, cennetteki ruhanî varlıkları açıkça görebilirdi ve insanların düşüncelerini de rahatlıkla okuyabilirdi. O, cennetin saf sütü gibiydi. Mürşidi Mevlâna’dan bir an olsun ayrılmak istemezdi ve onun kutsal sohbetlerinden, aydınlanmaya dair muhteşem sırlar öğrenmişti.”
Mevlevîlik yolu, gerçek bir insan olma ve insan gibi yaşama sanatıdır. Erkek ve kadınlar bu ışık altında birlikte ayakta durmalıdırlar. Özellikle yaşadığımız zamanda, eşit derecede paylaşımın önü açılmalıdır. Birbirimizden öğreneceğimiz çok fazla şey vardır. Kadın ve erkekler, kendi içlerinde denge kurmak kadar, dünyada dengeyi sağlamak için de birbirlerini tamamlamalıdırlar. Birbirimizi Tanrı’nın ilâhî bütünlüğüne teşvîk etmek suretiyle, Tanrısallığı birbirimizde görmeye çaba harcadığımız sürece, kalıplardan kurtulabiliriz ve yaratılışın mucizesine tanık olmayı öğrendikçe, öyle bir zaman gelir ki, “Nereye bakarsanız bakın Allah’ın yüzünü görürsünüz. Allah’ın yüzünden başka her şey yok olmaya mahkumdur” (Bakara, 115) âyeti bizlerde tecellî etmeye başlar.
İster kadın, ister erkek olalım, kalblerimizin aynasını parlatmak, her an her dakika ve her nefeste Tanrı’yı anmak çabasında olalım. İçimizde Allah aşkından başka hiçbir aşka veya sevgiliye yer kalmayıncaya kadar sadece mutlak varlık olan Allah ile bir oluncaya kadar her an O’nu analım ve yaşatalım. Aşkın içinde eriyelim ve tamamen aşk olalım…