“Senin yardım tapında kabul fermânını elde eden, O’nun tapısına varır, hizmet kemerini kuşanır da zaman boyunca hizmet eder durur.” Mevlâna
Kadının ağlayıp yalvarması; erkeğin derdi ve ağır yükü berektiyle,
Arap, testiyi hırsızlara kaptırmadan, taşla kırdırmadan durup dinlenmeksizin tâ hilâfet şehrine kadar götürdü.
Orada bir tapı gördü ki nimetlerle dolu. Hâceti olanlar oraya tuzaklarını yaymışlar.
Zaman zaman her tarafta bir hâceti olan o tapıdan ihsâna nâil olmuş, hilâtlar elde etmiş.
2735. O tapı; kâfire, müslümana, güzele, çirkine güneş gibi, yağmur gibi… Hattâ cennet gibi!
Bir bölük halk gördü, huzurda bezenmiş duruyor. Bir bölük halk gördü ayakta, hizmet bekliyor.
Süleyman’dan karıncaya kadar herkes, neşe içinde… Hepsi sûr üfürülmüş de dirilmiş canlar gibi.
Görünüşe aldananlar, cevherlere gark olmuşlar… İçyüzüne ehemmiyet verenler, mânâ denizini bulmuşlar…
Himmetsizler, himmete erişmiş… Himmetleri nimete erişmiş!
Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, bir kasîdesinde şöyle seslenir:
“Ben, bu evden hiç çıkmam; ben, bu evin içini kendime yurt edindim!
Bu ev, yabancının değil, sevgilinin evidir! Burası, tam oturulacak, karar kılınacak bir yerdir; burası, iman evidir! Buradan dışarı çıkmak kâfirliktir!
Başımı, mest olduğum yere koyayım; kulağımı da, şu sesin geldiği tarafa tutayım: ‘Te-nen ten!’
Burası, Leylâ’nın evidir; ben de Mecnûn’um! Benim canım buradadır! Yürü git; benim canımı alma!
Bu eve kim girerse, onun, bu evde benim gibi kalması gerekir!
Ey her kadının, her erkeğin yüzüne hasret çektiği, özlem duyduğu güzel! Aya benzeyen o güzel yüzünü örtü ile örtme, güzelliğini gizleme!
Ey kapısı ızdırap çekenlere, belâlarla imtihan olunanlara kıble hâlini alan azîz varlık! Açtığın bu rahmet kapısını kapama!
Mum da sensin, güzel de sensin, şarap da sensin! Sen, hem Süheyl yıldızısın, hem de Yemen akîki!
Bundan sonra geri kalan ömrüm boyu senden ayrılmayacağım! Ben, senin kulunum, kölenim; ben, seninim!..
Sen gülsen, ben de senin dikeninim; yeşillikte dikensiz gül olmaz!
Ben geceyim, sense aysın; ben, seninle aydınlanırım! Sen, gecenin canısın; geceyi unutma, onu gönlünden çıkarma!
Senin canınla benim canım birdir; bir tek can, iki bedende gizlenmiştir!
Senin canınla benim canım, bir tek güneş gibidir! Bu yüzdendir ki, binlerce topluluk, bütün dünya o güneşle aydınlanmaktadır!”
“Cenâb-ı Allah, baştan aşağıya sevgi, merhamet ve şefkattir” der Hasan Dede, selâm üzerine olsun, ve şöyle devam eder: “O, en güzel şefkatini, ‘Biz bu âleme rahmetten nasîbi olmayanlara, Allah’ın rahmetini ulaştırmak için geldik. Başka bir işimiz yok’ diye buyuran Habîbullah Hazreti Muhammed’den gösterdi, selâm olsun üzerine ve Cenâb-ı Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de, ‘Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik’ buyurdu. Rahmet herkesin anlayacağı bir dille merhamet demektir. Fakat bu kuru bir acıma veya merhamet etme anlamında değil, yardıma muhtaçlara, maddî mânevî her türlü yardımı etmeye muktedîr bir merhamet sahibi olma anlamındadır. Rahmet, Allah’ın zâtî sıfatlarından olup, hayırları yerine ulaştırmayı, şerleri de önlemeyi istemektir. Peygamber’in mânâsı, Allah’tan pey veren ve O’nun güzelliklerini insanlara müjdeleyerek, onları o güzeliklere davet eden demektir. Hazreti Muhammed, cihanın gülüdür. O, sonu olmayan bir sevgi kaynağıdır. O, son nefesine kadar Allah’ı zikretmiştir ve Allah’ın bütün güzelliklerini insan toplumuna yansıtan pürüzsüz bir ayna olmuştur. Hazreti Muhammed’in sadece dışına bakılırsa, bir yere varılmaz, O’nun dış yüzü bizler gibi görünür. Ama O’nun içi, yâni hakîki yüzü, nur âlâ nurdur. Peygamber Efendimiz, sadece kendisine inananlara değil, tüm kâinatın rahmetidir ve bütün yaratılmışlara sonsuz aşk-ı muhabbet, şefkat ve merhametinin bir tecellîsidir.
Bizler, Hazreti Muhammed Efendimizi gece gündüz hiç durmadan anlatmaya kalksak yine yetmez, çünkü O kâinatın nurudur, bütün güzelliklerin özüdür. O, sonsuz bir hazinedir.”
Yüce Pîr Mevlâna, o eşsiz Peygamber’in sonsuz merhamet ve şefaatini ise şöyle açıklamaktadır:
“Hazreti Muhammed, bu dünyada da şefaatçidir, o dünyada da… Bu dünyada ‘Sen onlara yol göster’ der; o dünyada ‘Sen onlara ay gibi yüzünü göster’ der. Onun gizli, aşikâr işi, daima ‘Yâ Rabbi, sen kavmime doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar’ demektir. Onun nefesiyle iki kapı da açıktır. Duası, iki âlemde de kabul edilmiştir. Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden son Peygamber olmuştur…
Ey Peygamber, can bağışlayanlar âleminde bir Hatem’sin sen. Hâsılı mühürleri kaldırma ve kapıları açmada Muhammed’in işaretleri, tamamiyle açıklık içinde açıklıktır, açılık içinde açıklıktır, açıklık içinde açıklık. Onun canına, evlâdının gelişine ve zamanına yüz binlerce aferin!
Onun devlet ve ikbâl sahibi halîfesinin oğulları, onun can ve gönül unsurundan doğmuşlardır. İster Bağdat’tan olsunlar, ister Herat’tan, ister Rey’den. Su ve toprak karışıklığı olmaksızın onun soyudur onlar. Gül dalı, nerede biterse bitsin güldür. Şarap, nerede kaynayıp köpürürse köpürsün şaraptır. Güneş, isterse batıdan baş göstersin, yine güneştir, başka bir şey değil.”