Elçinin, Emîrülmüminin Ömer’i -Tanrı ondan razı olsun- bir ağaç altında uyur bulması.
1412. Elçi oraya gelip uzakta durdu. Ömer’i görünce titremeye başladı.
1413. O uyuyandan elçiye bir heybet, gönlüne hoş bir hâl geldi.
1414. Muhabbet ve heybet birbirinin zıddı iken gönlünde bu iki zıddın birleştiğini gördü.
1415. Kendi kendine, “Ben nice padişahlar gördüm; büyük sultanların makbûlü oldum.
1416. Onlardan korkmaz, ürkmezdim. Bu adamın heybeti aklımı başımdan aldı.
1417. Arslanlar, kaplanlar bulunan ormanlara daldım, yüzümün rengi bile kaçmadı.
1418. Birçok savaşta bulundum; savaş başlayınca bir hayli ağır yaralar aldım, düşmanları ağır bir surette yaraladım. Bütün bu ahvâlde kalbim, diğerlerinden daha kuvvetli idi.
1419. Bu adam silâhsız, kuru yerde yatıyor; benim yedi âzâm tir tir titremekte; bu ne?
1420. Bu heybet Hakk’tan, halktan değil; bu heybet, şu abalı adamdan gelmiyor” dedi.
1421. Bir kişi, Hakk’tan korkup takvâ yolunu tuttu mu; cin olsun, insan olsun, onu kim görse korkar.
1422. Bu düşünce içinde hürmetle ellerini bağladı. Bir müddet sonra Ömer, uykudan uyandı.
Hazreti Mevlâna, Fîhi Mâ-Fîh’de, “Batmak, ona derler ki ondan meydana gelen her iş, onun işi olmasın, suyun işi olsun. Hâlâ suda elini ayağını oynatıyorsa buna batış demezler. Ah, battım, boğuldum diye bağırıyorsa buna da batmak boğulmak demezler” diye buyurur ve şu açıklamayı yapar, “Batıp boğulmak şudur: Ulu Tanrı, halkın arslandan, kaplandan, zâlimden korkmasından başka bir korkuyla erenleri, kendi zâtından korkutur; ona açar, bildirir ki korku da Tanrı’dandır, emînlik de Tanrı’dan… Zevk neşe de Tanrı’dandır, yiyip içme de Tanrı’dan. Ulu Tanrı, gözü açıkken ona, özel ve görülür duyulur şekilde bir arslan, bir kaplan, bir ateş gösterir. Bunu göstermesi de erenin, gördüğüm arslan şekli, kaplan şekli, gerçekte bu âlemden değil, gayb âlemindendir demesini, bunu anlamasını sağlamaktır. Böylece pek güzel, pek alımlı bir şekilde gösterir. Yine böyle bağlar bahçeler, ırmaklar, huriler, köşkler, yenecek içilecek şeyler, ağır elbiseler, binilecek hayvanlar, şehirler, konaklar, çeşit çeşit, renk renk şaşılacak şeyler gösterir. Gerçek olarak anlar bilir ki bunlar, bu âlemden değildir, Tanrı onları, gözüne göstermede, bu şekillere bürümede… Bütün rahatlıklar da ondandır, görülen seyredilen şeyler de. Şimdi onun korkusu, halkın korkusuna benzemez; çünkü gördüğü şeyleri delille bilmiş, anlamış değildir; çünkü Tanrı, her şeyin Tanrı’dan olduğunu ona apaçık göstermiştir.”
Beyit:
“Sevgiyi kolay sanan bir bana baksın; hâlim anlatır ona; korkutur onu elbet.”
Nitekim, elçi, ’Muhabbet ve heybet birbirinin zıddı iken gönlünde bu iki zıddın birleştiğini gördü.’
Hazreti Şems buyurur ki: “Düşün ki kıyâmet kopmuştur ve görünmeyen âlem apaçık ortadadır. Vallahi, görünmeyen artık meydandadır ve perde kalkmıştır ama yalnızca gözü açık olanlar için.”
Bir insan-ı kâmilin huzurunda bulunan her bir mürid de, gönül gözü açıksa, onun cemâlinde Hakk’ı müşâhade eder ve bu iki zıddı aynı zamanda kalbinde hisseder. ‘Bir kişi, Hakk’tan korkup takvâ yolunu tuttu mu; cin olsun, insan olsun, onu kim görse korkar.’
Bakın ne kadar açık buyurur yüce Pîr Mevlâna ve der ki: “Şeyhte öyle bir heybet olmalı ki vursun, kırsın, geçirsin; şeytanlarla, vesveseler ordusunu bir bakışta bozguna uğratsın; serkeş bir ata benzeyen ve müridin bindiği ve onu aşağılıkların en aşağısına atmak isteyen azgın nefs atını korkutsun; onu oyluklarının altında tir tir titretsin.”
Kasîde:
“Nurlarla dolu olan o güzel gözler sevgilinin bakışı ile mest olmuş. Gözyüzü bile o gözler yüzünden tir tir titremededir.
Bilhassa Hakk’ın huzurunda el bağlayıp namaza durduğu zaman, kendisine ihsân edilen nur, meleklerin de, insanların da kıblesi olmuştur.
O güzel varlığın yüzünde ilâhî nurun göz kamaştırıcı bir şekilde parladığı anda, onun ayaklarına başını koymayan, benlik yüzünden ona secde etmeyen kişinin özü gerçekten de şeytandır!
O anda o güzel yüzde ilâhî bir nur görmeyen kişi, cansız bir beden gibidir. Şeytandan da aşağıdır.
Onun nurlu yüzü, erlerin kıblesidir. Eğer sen de er isen onun heybetli yüzüne karşı gönlünü yerlere ser!
Elini sinenden çek! Ne diye şaşkın şaşkın bakıp duruyorsun? O anda sevinerek ona canını ver! Zaten isteyen de odur.
Aklını başına al da neyin var neyin yoksa hepsini suya at! O aşk suyundaki ateşle onları temizle! Çünkü onun yüzünün ateşi, âb-ı hayatın bile secde ettiği yerdir.”