Arap’ın, orada su kıtlığı var sanarak çölleri aşıp Bağdat’a, halîfeye bir testi yağmur suyu hediye götürmesi.
Kadın dedi ki: “Doğruluk, varlığından tamamiyle çıkıp arınarak, isteğini terk etmendir.
2700. Testimizde yağmur suyu var. Malın, mülkün, sermâyen bundan ibâret.
Bu su testisini al, git; padişahlar padişahının huzuruna var, armağan götür.
De ki: Bizim bundan başka hiçbir malımız, mülkümüz yok. Çölde de bundan iyi su hiç yoktur.
Padişahın hazinesi ağır elbiselerle doluysa da bunun gibi suyu yoktur. Bu su, az bulunur.”
O testi nedir? Bizim mezar gibi cismimiz, içinde de bizim acı ve hislerimizin suyu var.
2705. Ey Tanrı! “Tanrı, cennet karşılığında iman edenlerin canlarını, mallarını satın aldı” âyetindeki fazl ve kereminden bizim bu küpümüzü, bu testimizi kabul et!
Bu beş duyudan meydana gelme beş lüleli testideki suyu her türlü murdâr şeylerden, her çeşit pisliklerden temiz tut.
Bu suretle şu testinin denize bir menfezi olsun da testim deniz huyuyla huylansın.
Armağanı padişaha tertemiz götürünce onu görür, anlamak ister.
Ondan sonra da artık testinin suyu nihâyetsiz bir dereceye gelir. Testinin suyundan yüzlerce dünya dolar.
2710. Lüleleri kapa, testiyi de küpten doldur. Tanrı, “Gözlerinizi hevâ ve hevesten yumun” buyurdu.
Arap, kimin böyle bir hediyesi var? Hakîkaten bu armağan, öyle bir padişaha lâyık diye gururlanmaktaydı.
Kadın da bilmiyordu ki, orada yol üzerinde şeker gibi Dicle akıp durmakta.
Şehrin ortasından gemilerle, balık ağlarıyla dolu, deniz gibi akıp gitmekte.
Padişahın huzuruna var da şevketi, azâmeti gör; altından nehirler akan bahçeler diye övülen yerlere bak!
2715. O saffet denizine nispetle bizim, anlayışlarımız bir katreden ibârettir.
Kur’ân-ı Kerim’de buyrulur ki: “Ve o kimseler, ihsâna tâbî oldular; Allah onlardan razı oldu ve onlar da Allah’tan razı oldular ve Allah onlar için ebedî kalacakları, altından nehirler akan cennetler hazırladı; işte bu, büyük bir kurtuluştur.” (Tevbe, 100)
Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, bakın bir kasîdesinde nasıl seslenir bizlere…
“Ey sakî! Benim gönlümü almak istiyorsan, Allah rızası için, o en büyük kadehi pîrimin avucuna koy!
Sakî dedi ki: ‘Ben, ona şarap verdim; onu gönlümün, canımın içine aldım! Benim sıfatlarımdan ona kol kanat verdim; onu, ötelere doğru uçurdum gitti!’
Pîr, şimdi elden çıktı; adam akıllı mest olup yıkıldı! Artık onun, benim nükteli sözlerime cevap verecek hâli kalmadı!
Adam öldüren sakîm eğer beni öldürürse, şikâyetçi değilim, pek hoşum! Onun sunduğu, onun vergisi şaraptır; benim cömertliğim de, can vermektir!
Ey benim şarap verenim! Aslında, şarap sensin; bense, testiden ibâretim! Su sensin, ben kuru dereyim! Ey benim sakîm; mahallede mest olan benim!
Daima benim emir verenim, hâkimim, padişahım, Allah’ım olduğu içindir ki, ben, O’nun aşk dertlisiyim; O’nun aşk küpünün dibinde oturmuşum!”
Beş duyudan meydana gelen beş lüleli testiden maksat; işitme, görme, koku alma, tat alma ve dokunma duyularımızdan meydana gelen kulaklar, gözler, burun, ağız ve diğer âzâlarımızdır. Bu beş duyu ve âzâlar vasıtasıyla meydana gelen hislerimiz de, testi gibi olan bedenlerimizin içindeki su gibidir; bu su, bazen acı olur bazen de şeker gibi tatlı. Fakat her an tatlı olmasını istiyorsak lüleleri kapatıp, yâni her türlü hevâ ve hevesten temizlenip, testiyi, küpten, yâni şeker gibi Dicle’den, mürşid-i kâmilin gönlünden doldurmamız gerek…
İşte yine Yüce Pîrimizin gönül Dicle’sinden şeker gibi tatlı beyitler akmakta ve şöyle demekte…
“Ey merhametsiz, demir yürekli sevgili! Meğer senin o demir yüreğin, üstü cilâlanmış bir aynaymış. Hâlbuki, ayna, benim canımın çok eski bir dostu, çok yakın bir arkadaşıdır.
Ben aynayı çok seviyorum. Bu yüzden de ona sık sık bakıyorum. Ona baktığım zaman hayalen onun içine düşüyor, gönlüne giriyorum. Ayna da benim gönlüme giriyor. Beden de kim oluyor? Çünkü ben beden değilim ki, ben başkayım, beden de başka! Beden dün, evvelki gün meydana gelmiş bir gölge varlık, ben ezelden gelmiş bir ölümsüzüm.
Sen bedene, bu gölge varlığa bakma, o bir görünüşten, balçıktan yapılmış bir şekilden ibârettir. Sen, ezelden gelmiş ölümsüz bir varlıksın. Bazen padişah, kendini göstermemek için, kıyafetini değiştirir, kaba, yün bir hırka giyer.
Aklını başına al da, gönlünü tamamiyle ölümsüz bir dilbere ver, ver de gönlün, dünya malı kazancına, hasede, kine düşmesin, mahvolup gitmesin.
Hiddet, şehvet, şöhret gibi mânevî kirlerden arınmış, güzel, tertemiz bir hâle gelmiş ve durmadan ilâhî aşkı arayan gönlün önünde, Tur Dağı bile aşka gelir, paramparça olur, yerlere serilir, ayaklarının altına döşenir.
İlâhî aşk şerbetine susamışsın. Fakat dünya hayatının mihnetleri, sıkıntıları seni yaralıyor, hasta ediyor. Sen, bu gurbette çeşitli ihtiyaçlar, istekler içinde çırpınırken huzuru, tam inancı bulamazsın.
İnsanın aklı şekere benzer, bedeni ise şeker kamışı gibidir. Mânâlar şaraptır harfler ise şarap küpü!
Eğer gelin güzel değilse, boynuna taktığı gerdanlıkla, parmaklarına geçirdiği yüzüklerle, bileğindeki bileziklerle, atlastan yapılmış, yahut altın işlemeli elbiselerle göze hoş görünmez. Gönüller, güzelleri arar, çirkinlerden hoşlanmazlar.
Sen, mâdemki bu dünyadan vazgeçip can meyhânesine gitmiyorsun. Sen, evde otur da, mânevî ve ruhanî zevkler veren şarap yerine tarhana çorbası iç!
Aklını başına al da, beden evini kirliliklerden, günâhlardan temizle, orasını hoş bir bağ, bir gül bahçesi yap! Gönlünü de bir mâbed, bir Cuma mescidi hâline getir!
Bu hâle gelmiş kişiye her nefeste ruhanî, gönül alıcı bir güzel kendini gösterir. Varlıklara, Allah’ın yarattığı her şeye, her hâdiseye vahdet gözüyle bakarız. Hakk âşığına her an bir peri kızı, bir güzel gelir. Ona altın bir tabak içinde badem helvası sunar.”