İlk 18 beyitten sonra Yüce Pir Mevlâna, 19. beyitten itibaren asıl metine giriyor ve insanın arınması için bu yolda öncelikle dünyevî bağlardan kurtulması gerektiğini ve bunun da ancak ilahî aşkla mümkün olabileceğini dile getiriyor ve şöyle sesleniyor bizlere…
19. Ey oğul! Bağı çöz, azâd ol. Ne zamana kadar gümüş, altın esiri olacaksın?
20. Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini…
21. Hârislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.
22. Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.
23. Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şâd ol; ey bütün hastalıklarımızın hekimi;
24. Ey bizim kibir ve azâmetimizin ilacı, ey bizim Eflatunumuz! Ey bizim Calinusumuz!
25. Toprak beden, aşktan göklere çıktı; dağ oynamaya başladı, çevikleşti.
26. Ey aşık! Aşk, Tûr’un canı oldu. Tûr sarhoş, Musa da düşüp bayılmış.
Hazreti Ali Efendimiz buyuruyor ki: “Bir toplum vardır, sevab elde etmek için Allah’a kulluk eder; bu tâcirlerin ibâdetidir. Bir toplum da korkudan Allah’a kulluk eder; bu da kölelerin ibâdetidir. Bir bölük de vardır ki Allah’a şükretmek için kullukta bulunur; işte hürlerin ibâdeti budur.”
Abdülbâki Gölpınarlı, “Hürriyet, dünya ve ahiret, madde ve mânâ kayıtlarından kurtulmak, benlik ve bencillikten halâs olmaktır” diyor ve ekliyor, “Yalnız, dünya kayıtlarından kurtulmayı, işten güçten, çalışmaktan, kazanmaktan vazgeçmek, ahiret kayıtlarından kurtulmayı da ibâdetten, sevab ümidinden geçmek gibi ters bir anlayışla anlamamak gerektir.”
Nitekim Hasan Dedemiz de şöyle buyuruyor: “Dünyadan el çekmek, dünyadaki her işi bırakıp, bir kenara çekilip hiçbir iş yapmamak demek değildir. Dünyadan gerçek el çekiş; her şeyin içinde olarak hiçbir şeye bağlanmamak, dünyevî istek ve arzulardan uzak durmaktır, onlara kalbimizde yer vermemektir. Kâinattaki her canlı ve her insan yaşamını sürdürebilmek için çalışmak ve çaba göstermek zorundadır, bu ilahî yasanın gereği ve doğanın kuralıdır. Asıl yiğitlik bunu başarabilmektir. Yoksa kendini dünyadan tamamen uzak tutan, istese de istemese de hiçbir şey yapamaz. Onun için herkesin içinde yaşayarak, her şeyin içinde olarak, Allah rızası için en iyi olanı yapmaya gayret göstererek, topluma yararlı hizmetlerde bulunmak en doğrusudur. Kişinin dünyaya ve dünyevî şeylere duyduğu arzu, istek ve tutkuları; sevgi, iman, irâde ve bilginin gücü ile dengeleyebilmesi gerekir; gerçek el çekmek ancak o zaman mümkün olur.”
Bununla ilgili olarak Hasan-ı Zarîfî de, kalbi testiye benzetiyor ve, “Ey aziz” diyor, “testinin dış görünüşüne bakanların anlayış darlığından kinâye olduğunu bilmek gerekir, çünkü onların kalbi testi gibidir, ancak bir günlük yetecek miktar dışında su almaz. Oysa o büyük Rabbanî âlem, ledünnî bilgiler konusunda muazzam ve sonsuz bir denizdir.”
Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: “Kanaat eden yücelir, tamah eden alçalır.”
Kanaat, Hazreti Mevlâna’nın nazarında, daimi bir hazineden başka bir şey değildir ve bizlere, “Can konağını aramada isen, sen cansın. Bir lokma ekmek arıyorsan, sen ekmeksin” diye seslenir.
Nitekim Abdülbâki Gölpınarlı, “Hırstan, benlikten, bencillikten kurtulmak, Mevlâna’ya göre ancak gerçek aşkla mümkündür” diye açıklar.
Bu yolda bizleri hedefe ulaştıracak en hızlı vasıtanın aşk olduğunu söyleyen Hasan Dedemiz de şöyle buyurur, “Allah, bizlerden daima gönül hoşluğu ister, daima kendisiyle beraber olmamızı, bir an dahî ondan ayrılmamamızı ister. Allah daima ister ki, kulları kendisinde yokluğa erişsin de dirilsin… Zirâ, beden hapisanesinden çıkanlar için, âzâb kalmaz. Bunları temizleyecek yegâne şey aşktır. Aşka düşen, dünyanın altında kalmaz, üstünde gezer.”
Hasan Dedemizin şu şiiri aşkı ve aşkın hâllerini çok güzel dile getirmektedir…
“Bir ilahî aşktır vesilesi bu kâinatın,
Bu aşk ile yanmaktır dermânı aşıkânın.
Bir derdim var âlemde bin dermânı neylerim,
Bir canım var bir canda yüz bin canı neylerim.
Ben bu aşka ezelîden dosta kurbandır canım,
Bi-nişandır mekânım ben bu mekânı neylerim.
Ben bu aşka düşmüşüm, yanıp tutuşmuşum,
Derdi tatlı duygularla pişirmişim, adı sanı neylerim.
Gayrısından el çekip istediğim derdidir,
Dertten vermez bana du cihanı neylerim.
Ben bu aşka erince hayli zaman ağladım,
Aradığımı bulmuşum çok kişileri neylerim.
Ben bu aşka yâr oldum, hem Bir ile bir oldum,
Hem Musa hem Tûr oldum, len-teranîyi neylerim.
Gün oldu ben fakir ayn, şin, kaf’la dersi,
Yaradan’dan almışım ilm-i fanîyi neylerim.
Ben bu derde uğradım yokluğu kâr eyledim,
Hacc-ı zekâtı, sıfat-ı armağanı neylerim.
Dede’nin canı aşkın fermânı,
Der onun için imanı, ben isyânı neylerim…”