MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/IX

“Kum bile suya doydu da ben doymadım, hey gidi hey,

Bu dünyada şu güçlü yayımı çekecek, gerecek bir kiriş bile yok.” Mevlâna

15. Bizim gamımızdan günler, zamansız bir hâle geldi; günler yanlışlara yoldaş oldu.

16. Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok. Ey temizlikte nâziri olmayan, hemen sen kal!

Abdülbâki Gölpınarlı buyurur ki: “Zaman, esasen soyut ve zihnî bir kavramdır. Geçmiş zaman, ancak hatırada, zihinde vardır; gelecekse ufuk gibidir; biz gittikçe o da gider; ulaşmamıza imkân yoktur. Hâl dediğimiz ve içinde bulunduğumuzu sandığımız zamansa boyuna geçmişe akar gider. Asıl olansa aşktır, aşkın olgunluğuna mazhar oluştur.”

Hazreti Mevlâna, “Bizce yüzyılla bir saat birdir… uzun yol, kısa zaman bize göre değil! O uzunluk, kısalık cisimlere göredir, cana nasıl sığar… Bir zaman, zamandan, zaman kaydından kurtuldun mu keyfiyet kalmaz, keyfiyetsiz Allah’a mahrem olursun. Zaman, zamansızlığı bilmez. Zamansızlık âlemine varmak için hayretten başka yol yoktur…” diye buyurur.

Ve kâmil mürşidin zamandan dışarı oluşunu şöyle dile getirir: “Hâl, güzel bir gelinin cilvesidir; makâm ise o gelinle halvet olup vuslatına erişmektir. Gelinin cilvesini Padişah da görür, başkaları da. Fakat onunla vuslat, ancak aziz Padişaha mahsustur. Gelin, havasa da cilve eder, avama da. Ama onunla halvete giren ancak Padişahtır. Sufîler içinde hâl ehli çoktur, fakat aralarında makâm sahibi nadirdir. O halîfe, elçiye can menzillerini söyledi, ruh seferlerini anlattı. Zamandan dışarı olan, zamana sığmayan bir zamandan, azâmete mensup kudsiyet makâmından, ruh simurgunun, bu âleme gelmeden önceki geniş uçuşlarından bahsetti. Ruhun, o âlemde bir uçuşu, ufukları aşıyordu; iştiyâk çekenlerin ümitlerinden de ileri gidiyordu, hırslarından da! O, o yabancı çehreli zâtı tam dost buldu, canının Allah sırlarını dilediğini anladı. Şeyh, kâmildi, tâlibin de tam bir isteği vardı. Yolcu çevikti, at da kapıdaydı. O mürşid, onun irşâd edilmeye kabiliyeti olduğunu gördü; tertemiz tohumu, temiz yere ekti…”

Nitekim, Abdülbâki Gölpınarlı, “Mevlâna’nın burada hitâb ettiği gerçek dost hiç şüphe yok ki Mesnevi’nin meydana gelmesine sebep olan ve kendisine bir ayna kesilen Çelebi Hüsâmeddin’dir. Mevlâna, kendisinin tam mazharı olan halifesine ‘Sen kal’ dedikten sonra, 

17. Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı.

diye buyuruyor. Buradaki balıktan maksat, benliğinden kurtulup kendini topluma veren, izâfî varlığından geçip gerçek varlık denizine dalan kişidir. Böyle kişinin yaşayışı, o su yüzündendir; sudan çıkarsa ölür. Bu bakımdan da suya kanmaz da kanmaz. Vuslata doymaz da doymaz” diye buyurur.

18. Ham, pişkinin hâlinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselam.

Hasan Dede şöyle buyurur: “Ne diyor Mevlâna?… ‘Hamdım, piştim, yandım..’ Eğer pişmeseydi Mevlâna, Mevlâna olamazdı. ‘Hamdım’ dedi, yani zâhir ilimi tahsil ettim; şeref sahibi, ilim sahibi, gurur sahibi oldum, fakat bana bir fayda vermedi, demek istedi. Sonra, ‘Piştim’ dedi, yani Şems, benim O olduğumu söyledi, ama ben bu noktada kalsaydım, benlikte kalmış olurdum, demek istedi. En sonunda da, ‘Yandım’ dedi, bu sözüyle de şunu anlatmak istedi: Sevgili, aşığına her dakika değişik bir yüzle zuhurunu gösterir ve onu yakar. İşte Mevlâna yandı. Aşk, iman ettiğin yerde yanmaktır…

Hazreti Mevlâna’ya, ‘Aşkı bize söyler misin, aşk nasıldır?’ diye sormuşlar. ‘Nasıl söyleyeyim, benim gibi ol da anla’ demiş. İnsan kolay kolay duygusunu ortaya koyamaz, o duygu onu alır, başka âlemde tutar. Onun için tatmayana aşkı anlatamayız. Kim tatmışsa aşkı, onunla rahat konuşulur. Akıllıda akıl bırakmaz, akılsızı da akıllı yapar. Tanrı her şeyin üstündedir. Kişi ona yönelirse o aşkla üstünden gaflet gider, Hakk’ın güzellikleri aşıkta görülür.”

Ve Hasan Dede bu yolda gayret sarfetmekten vazgeçmememiz gerektiğini nasihat ediyor ve şöyle buyuruyor… “Hiç hatırdan çıkarmayın; çalışanın hakkını Allah teslim eder! İstek, arzu ve heyecanla gösterilen gayret, aslında Allah’a kavuşabilmek için gösterdiğiniz gayrettir. Bu neye benzer; sen türlü yollarla elinden geleni yapıyorsun, çapa elinde denize yol açıyorsun. İnsan gerçekte sudur, ancak testi olduğunu zannediyor… Yolu açan kişinin bedeni bir testi, bir gün gelecek o testi kırılacak. Testideki su, yani ruhun, açılan yola dökülecek. Yol açıksa denize kavuşacak, aslını bulacak. Açılamamışsa o su toprağa gidecek, toprak olacak… Testi, gönlünü ne kadar büyütürse okyanusu o kadar içine alır. Gönül büyümeden olmaz. Ne güzel söyler Yüce Mevlâna… ‘Balıktan başka herkes suya kandı. Nasipsiz olanın da günü uzadıkça uzadı.’..”