Vezirin Hıristiyanlara hilesi.
348. “Bu hâlde diyeyim ki: ‘Ben gizli Hıristiyanım; ey sır bilen Tanrı; sen benim gönlümü bilirsin!’
349. Padişah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kasdetti.
350. Dinimi padişahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim.
351. Padişah, benim sırlarımdan bir koku sezdi. Sözlerim huzurunda kusurlu göründü.
352. Dedi ki: ‘Senin sözlerin, içinde iğne olan ekmek gibidir. Benim gönlümden senin gönlüne pencere var.
353. Ben, o pencereden hâlini gördüm; hâlini gördüm ya, artık lafını dinleyemem.’
354. Eğer İsa’nın ruhanîyeti bana imdat etmeseydi o, Yahudicesine beni parça parça ederdi.
355. İsa için başımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yüzbinlerce minnet bilirim.
356. İsa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiyden iyiye vâkıfım.
357. O pak dinin cahiller arasında mahvolması, bana dokunmakta.
358. Tanrı’ya, İsa’ya şükrolsun ki biz, bu hak dine yol gösterici olduk.
359. Belimizi zünnârla bağladığımızdan beri Yahudi’den ve Yahudilikten kurtulduk.
360. Ey halk; devir, İsa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin!”
* Vezir, bu hileyi, padişaha sayıp dökünce padişahın gönlünden endişeyi tamamiyle giderdi.
361. Padişah, vezire, vezir ne dediyse yaptı. Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı şaşırıp kaldı.
362. Onu Hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü. Vezir de ondan sonra halkı davete başladı.
Hazreti Mevlâna, “Aşk dâvâsına girişmek kolay; fakat o dâvâya kesin delil gerek” diyor.
Gerçek aşkta, yalan dolan, hile yoktur; ama ilâhî aşkı olmayan birine baksak, yalan söyler, hiddet eder, kendini başkalarından büyük görür.
Peygamber Efendimiz, “Harb, hileden ibârettir” diye buyuruyor.
Hasan Dede, “Hileden maksat, gaflet içinde olmaktır” der ve “Aşk ile kanat açan kişi lâmekâna uçar, gafletlere düşmez. İman sahibi imanından dönmez ve imanıyla yaşar. Ama imanı güçlü değil ise, hilelerden kurtulamaz” diye belirtir.
Hikâyenin bu bölümünde de vezir, imanı sağlam olmayan Hıristiyanları gaflete düşürerek, yalan ve hileyle yoldan çıkarmayı planlamaktadır.
359. beyitte geçen zünnâr ile ilgili ise, Abdülbâki Gölpınarlı şu bilgileri veriyor ve diyor ki: “Zünnâr, Hıristiyan rahiplerinin bellerine kuşandıkları, ucuna haç taktıkları yün, yâhut kayış kuşaktır. Bu, bir dine, bir inanca bağlanmaya, kendini o inanca adamaya bir işaret kabul edilmektedir. Bilhassa evlenmeyen rahiplerde, nefslerine hâkim olduklarına da bir işarettir.
Mevlevîlerde, ‘Elif’ harfine benzetilerek ‘Elifî Nemed’ yâhut söylenişe göre ‘Eliflâmed’ denen yünden yapılmış dört parmak eninde ve bele bir kere dolandıktan sonra ucundaki yün iple üstten sarılıp bağlanan bir kuşak vardır. Çileye soyunanlar, çileleri bitinceye dek giydikleri etekleri dar, üstü bedene yapışık, kolsuz ve yakasız ‘Tennure’ denen elbisenin üstüne, çilekeş olmayan muhipler, yâhut çilesini bitirmiş dedeler, semâ edileceği, mukâbele yapılacağı vakit, dönerken etekleri açılacak kadar geniş semâ tennuresinin üstüne, bellerine bağlarlar.
‘Tıyğ-bend’ denen ince kuşak ve Mevlevîlerin yukarıda söylediğimiz kuşağı, Fütüvvet erbâbındaki ‘Şed’ denen kuşaktan gelmedir; bu da Zerdüştîlikten geçmedir.”
“Bu yol, yani insanlık yolu, çok ince bir yoldur” diye buyurur Hasan Dede, “Ve nefsimiz bu yolda bizim en büyük düşmanımızdır. Dünya kuruluşundan beri canlı varlıklar, hep devrândadır. Tekâmülü tamamlamak için, gönlü Allah dışındaki her şeyden temizlemek gerekir. Kişi gönlünü tamamen Yaratıcı’ya bağlar, onun sevgisi, onun muhabbeti, onun bakışıyla hareket ederse yol alır. Eğer hem orayı, hem burayı, hem de Allah’ı severim, derse, bu kişi kemâlâta eremez. Tekâmül edenler içinde en büyük örnek Hazreti Muhammed’dir, sonra Hazreti Mevlâna ve diğer Evliyâullah gelir. Onlar da bizler gibi beşer görünürler ama gönüllerinde Allah’tan başka bir şey olmadığı için konuşmalarında hep Allah muhabbeti vardır. Bir kişi iman ettiği yerin hâline bürünürse, ancak o zaman o kişide tekâmül başlar.”
Mevlâna buyuruyor ki: “Bâtılları ne cezbedebilir? Ancak bâtıl! Tembellere ne hoş gelir tembellik! Çünkü her cins, kendi cinsini çeker. Öküz nasıl olur da erkek arslana yüz tutar? Kurt nereden Yusuf’a aşık olacak? Ancak hile ile onu sever görünür, sonra da onu parçalayıp yer. Fakat kurt, kurtluktan kurtulursa Yusuf’a mahrem olur. Eshâb-ı Kehf’in köpeği gibi ademoğullarından sayılır.”
Rubâi:
“Aşıkların bulunduğu yerin ucubucağı, dibi yoktur. O, kâbenin de meyhânenin de üstündedir.
Aşıklar eğer dostsuz bir nefes alsalar, hırkaları da tesbihleri de zünnâr olur.”