MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/XXXVI

Vezirin padişaha hile öğretmesi.

338. Padişahın öyle yol vurucu, öyle hilekâr bir veziri vardı ki hile ile suyu bile düğümlerdi.

339. Dedi ki: “Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini padişahtan gizlerler.

340. Onları az öldür, çünkü öldürmede fayda yok, dinin kokusu çıkmaz; misk ve ödağacı değil ki!

341. Yüz tane kılıf içinde gizli sırdır. Dışı, sana mâlûmdur ama içi aksine.”

342. Padişah: “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tevzirde bulunalım, çaresi ne?

343. Ne yapalım ki dünyada ne açık dindâr, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi.

344. Vezir dedi ki: “Bana gazâb ederek hükmet, kulağımı, elimi kestir; burnumu, dudağımı yardır!

345. Ondan sonra beni darağacına götür. O esnada bir şefaatçi suçumun affını dilesin.

346. Bu işi dört yol ağzı bir yerde, tellâl pazarında yaptır, 

347. Ondan sonra da beni, huzurundan uzak bir şehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü din kayıtsızlığı salayım.”

“İnsan, insanın rahmânıdır. İnsan, insanın şeytanıdır” der Hasan Dede ve “Bir arkadaş, bir arkadaşı doğru yola götürmeye çalışırsa, o arkadaş rahmân sıfatını taşır, arkadaşını da rahmânîyete çeker. Bir arkadaş, arkadaşını kötü yollara çekmeye kalkarsa, o şeytandır. Ona uydun mu şeytana uymuş olursun” diye buyurur.

Nitekim, “Şahsın kişiliği, birlikte yürüdüğünün kişiliğiyle ölçülür. Bir şeyin başka şeylerle aranması gibi. Kalb kalple buluştuğunda biri diğerine yön verir” der Hazreti Ali.

Hazreti Mevlâna, 340. beyitte, vezirin “dinin kokusu çıkmaz; misk ve ödağacı değil ki’ dediğini buyuruyor.

Hasan Dede, gülden misâl vererek, “Gül iki çeşittir. Bir gülün rengi vardır ama kokusu yoktur, diğerinin ise hem rengi vardır hem de kokusu” der, “Bir kişi Hazreti Muhammed’in izinden yürür, kabı ölçüsünde onun gibi hizmet sunmaya gayret gösterirse, ondan koku yansıtır. İnsanlık kokmaya başlar.”

Ve tam bir teslimiyet içinde olan müridi, güvenli bir gemi içinde seyahat eden yolcuya benzeterek, “Onun bulunduğu gemi, ne kadar kuvvetli fırtınalar görse, ne kadar büyük dalgalar içinde kalsa dahî, kesinlikle batmaz” diye buyurur.

Fakat geminin güvenliğini sağlamanın tek yolu insanın nefsânî duygulardan uzak durmasıdır.

Nitekim, Hasan Dede’nin anlattığı bir hikâyede Mevlâna, dervişlerine dünyanın hakikatte ne olduğunu göstermek için onları şöyle bir imtihana tutar:

Mevlâna, yağmurlu bir günü seçer ve aynı gün de Konya’nın pazarı olmasına dikkat eder. Dervişleriyle beraber pazara gelir. Daha önceden sarrafta bozdurduğu altınları da yanına alır. Bütün pazarcılar Mevlâna’yı görünce çok şaşırırlar, acaba ne alışveriş yapacak diye meraklanırlar. Mevlâna o sırada elini cebine atar ve bir avuç altını etrafındakilere göstererek sorar: 

“Ey ahâli, bu elimde tuttuğum nedir?” 

“Altındır” derler. 

Mevlâna, “Tamam o zaman, haydi yağma edin” der ve elindeki altınların hepsini çamura atar. 

Bütün pazarcılar bırakırlar tezgâhlarını, altınları toplamak üzere hepsi birden çamura dalarlar. Üstleri başları çamur içinde kalır. Kimisi altınları bulur, kimisi bulamaz. 

Sonra Mevlâna toplar bütün dervişlerini ve hep beraber tekkeye dönerler. Tekkeye vardıklarında onlara sorar: “Evlatlarım, bugünkü imtihandan bir ders aldınız mı?” 

Hepsi susarlar, bir şey diyemezler. Aralarından biri, “Eğer siz anlatırsanız daha iyi olur, bizler yanlış bir şey konuşmayalım” der. 

Mevlâna onlara şu açıklamayı yapar: “Pazarcıları gördünüz, hepsinin üzerlerinde belki bir ya da iki liralık elbiseler vardı. Bir parça altını almak için kendilerini çamura attılar. Sahip oldukları o bir-iki liralık elbiselerini de berbat ettiler. Eğer o anda Padişah, yâni Allah, onları sarayına çağırmış olsaydı, üstlerindeki o çamurlu elbiselerle Padişah’ın huzuruna çıkabilirler miydi?.. Hayır, tabii ki gidemezlerdi. Bir insan çamurlu elbiselerle Padişah’ın huzuruna nasıl çıkabilir? Çıkamaz. İşte sizlerin de gönlünüzde dünya varsa, ya da bir dünya ehli; Allah sizi huzuruna kabul etmez, tekrar gerisin geri gönderir.”

“Dünya nedir?.. İmtihan yeri” der Hasan Dede, “Bu dünyada gönlünü Allah’a değil de, Allah’ın vehimlerine kaptıranlar, sonunda onlar gibi yokolup gitmeye mahkûmdurlar.”

İşte Hazreti Mevlâna, “Hazreti Muhammed, ‘Mümin yücedir’ buyurdu, çünkü onda dosdoğru ayırdediş kabiliyeti vardır” diye buyuruyor, “O, tertemiz kişi, anlayışlıdır, ayırdedendir; görünüşe aldırış etmez. Birinin görünüşü Ay gibi güzel olsa, bütün hünerleri bilse, huyu-huşu tatlı, hoş, içi-dışı incir gibi tüm tad olsa, bil ki bu, mümine deri gibi görünür, o görüntülere kapılıp da nerden yoldan kalacak o? O, bütün bunlardan geçer de gönüle bakar; gece gündüz o yola koyulur, bakışı, görüşü boyuna Allah nuruyladır; Ledün bilgisinden de haberdârdır. Kim akıllıysa, irâde sahibiyse, onun katında cismin değeri yoktur. Tertemiz aklı, bilgi ister; gönlü, görünüşe aldırış bile etmez. Anlamı olmayan suret, ışığı sönüveren şimşeğe benzer. Ne mutlu o kişiye ki bize dost oldu; burnuna bu gülden bir kokudur erişti.”

Rubâi:

“Deli gönül, can içinde dosta giden bir yol var. Be hey sersem, hem içerde hem de dışarda yollar var. 

Altı yönden yolu kesip kapatsalar da hiç korkma, her gönülde tâ derinde ona giden yollar var.”