MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/LXXXVI

“Kardeş, sen yazılmamış beyaz bir kağıt kesil de, ‘Nûn vel kalem’ yazısı ile şeref kazan.” Mevlâna

1130. Tanrı; bu zıddîyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı.

1131. Şu hâlde gizli olan şeyler, zıddıyla meydana çıkar. Hakk’ın zıddı olmadığından gizlidir.

1132. Evvelâ nura bakılır, sonra renge. Zıd zıddıyla beliriyor. Rûm ülkesinin halkıyla Zencî gibi hani.

1133. Sen nuru, zıddıyla bildin. Zıd, zıddı meydana çıkarır, gösterir.

1134. Varlık âleminde Hakk nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin.

1135. Hülâsâ gözlerimiz onu idrâk edemez; o, bizi görür, idrâk eder. Sen bunu, Musa ile Tûr kıssasında gör!

1136. Suretle mânâyı; arslanla orman, yâhut ses ve sözle düşünce gibi bil!

1137. Bu söz, bu ses; düşünceden meydana geldi. Fakat düşünce denizi nerede? Onu bilmezsin.

1138. Ama lâtif bir söz dalgası görünce onun denizinin de kadri yüce bir deniz olacağını anlarsın.

1139. Bilgiden düşünce dalgası zuhûra gelince mânâ, söz ve sesten bir suret düzdü.

1140. Sözden bir şekil doğdu, yine öldü. Dalga kendini yine denize iletti.

1141. Suret suretsizlikten çıktı, yine suretsizliğe döndü. Zîrâ biz yine Tanrı’ya döneceğiz.

1142. Şu hâlde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa, “Dünya bir andan ibârettir” buyurdu.

1143. Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasıl durur? Uçar gider, Tanrı’ya ulaşır.

1144. Her nefeste dünya yenilenir. Fakat biz, dünyayı öylece durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdâr değiliz.

1145. Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider. Fakat bedende bir daimîlik gösterir.

1146. Elinde hızlı hızlı oynattığın ucu ateşli bir sopa nasıl upuzun ve tek bir ateş hattı gibi görünürse, ömür de pek çabuk akıp geçtiğinden daimî bir şekilde görünür.

1147. Ateşli çöpü sallasan ateş gözüne upuzun görünür. Bu ömür uzunluğu da Tanrı’nın tez tez hâlk etmesindendir.

1148. Tanrı’nın yeniden yeniye ve süratle hâlk etmesi, ömrü öyle uzun ve daimî gösterir.

1149. Bu sırrı bilmek isteyen, pek büyük ve derin bir âlim bile olsa, ona de ki: İşte Hüsâmeddin buracıktadır. O, yüce bir kitaptır!

“Beni yokluktan var eden, beni yaratan, her an beni söyletmede! Sonunda da, beni söyleten kerem buyurdu ve bütün söylediğim sözler, O oldu!” diye buyurur Hazreti Mevlâna.

Ve yine Fihî Mâ-Fîh’de anlattığı bir hikâyede şöyle der: “Ârifin biri, bir nahivcinin katına gitmiş, oturmuştu. Nahivci dedi ki: Söz, şu üç hâlden dışarı olamaz: Ya isim olur, ya fiil olur, ya harf. Ârif, elbisesini yırttı da eyvahlar olsun dedi; yirmi yıllık ömrüm de yele gitti, çalışıp çabalamam da. Ben, bu üç hâlden dışarı bir söz vardır umuduyla çalıştım; sense benim umudumu yitirdin gitti. Bu ârif, o sözün anlamına da erişmişti, maksadına da; fakat bu yolla nahivciyi uyandırmak istiyordu.”

“Her şey yokluktan varlığa kavuşur” diye buyurur Hasan Dede ve bir şiirinde şöyle seslenir:

“Ey Allah’a gönül veren Hakk aşığı! 

Sen cevher aramaktasın, 

Cevher yokluktadır. 

Yokluktan başka bir şey ararsan, 

Bil ki hüzündür, tasadır. 

Yokluktur şifa, 

Yokluktan başka ne varsa, 

Bil ki hastalıktır, illettir. 

Dünya tümden bir başağrısı, 

Dünya tamamen bir aldanıştır. 

Yokluk ise dünyada definedir, 

Maksat odur, o da Allah’tır. 

Onu ara bul, ona koş, 

O da Muhammed Mevlâna’dır…”

‘Tanrı; bu zıddîyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı. Şu hâlde gizli olan şeyler, zıddıyla meydana çıkar. Hakk’ın zıddı olmadığından gizlidir.’

Nitekim, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: “Kuşatıp örten geceye ve bütün parlaklığıyla ışıldayan gündüze andolsun!” (Leyl, 1-2)

Ve yine bir başka âyette, “Allah; birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan diriltilip çıkarılacaksınız, dedi” (A’raf, 24-25) diye buyrulur ki Hasan Dede bu âyeti, “Ayette geçen ‘birbirine düşman olmak’tan maksat, bu âlem zıtlar âlemidir ve her şey birbirinin zıddıyla meydana çıkar” diye açıklar.

Hazreti Mevlâna, 1135. beyitte, “Hülâsâ gözlerimiz onu idrâk edemez; o, bizi görür, idrâk eder” der ve Enâm sûresindeki 103. âyete işâret eder ki, âyette, “Gözler onu idrâk edemez, o ise gözleri idrâk eder ve o lâtiftir ve her şeyden haberdârdır” diye buyrulmaktadır.

“İçimizde, bize benzeyen biri vardır. Aslında biz, o ‘Bir’iz” der Hasan Dede, “Görünen şu beden Allah’ın evidir. Dışardan görmek isteyen, bu evin içinde nasıl görecek? Hakîkati görmek için, içeri girmek lazım. İçeri girdin mi, işte orada söz biter; orada sohbet, kelâm, harfler yoktur.”

‘Suret suretsizlikten çıktı, yine suretsizliğe döndü. Zîrâ biz yine Tanrı’ya döneceğiz. Şu hâlde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa, ‘Dünya bir andan ibârettir’ buyurdu.’

Her nefeste ölüyoruz ve yeniden diriliyoruz; her nefeste suretsizlik âlemine biraz daha yakınlaşıyoruz; Allah’tan geldik, yine Allah’a dönüyoruz.

Sultan’ül-Ulemâ Hazretleri şöyle buyurur: “Allah’tan geldik, Allah’a gidiyoruz; Âdem’den geldik, Âdem’e gidiyoruz.” 

Nitekim, Hasan Dede, “Âdem’den maksat, insandır. Hepimiz Âdem’in evlatlarıyız” der.

Hazreti Muhammed Efendimize bir soru sormuşlar: “Yâ Resûlallah, kâinat henüz yaratılmamışken Allah ne idi ve nerede idi?” 

Peygamber Efendimiz cevap olarak şöyle buyurmuş: “Allah vardı ve bu kâinat henüz ortada yokken yine vardı; kâinat yaratılmamışken bile onu gören ve bilen bir Allah vardı.” 

Hazreti Ali Keremallahu Veche Efendimiz de şöyle buyurmuş: “Aynı şu anda da böyledir.”

Kasîde:

“O yokluktadır, O yokluktadır, O yokluktan doğandır, O yokluktadır. O her şeyi bilir. O latîftir, O latîftir, O emîrdir, emîrdir. O mülk ve saltanat sahibi bir emîrdir.

O sığınaktır, O sığınaktır. O her günâhkârın, her suçlunun sığınağıdır. O ışıktır, O ışıktır. O eşi benzeri olmayan bir ışıktır. 

O sakinliktir, O sakinliktir. O her deliliği teskîn eder. O cihandır. O pek tatlı bir cihandır. Sen sırrını söylesen de gizlesen de bil ki, O her gönülde olan sırrı bilir. Herkes seni terk etse, O seni yalnız bırakmaz. 

Gel de şu devlet gölgesine gir! O kaçırılmaya imkân bulunmayan bir Padişahtır. Sen O’nun harmanına git, O seni canlandırır, yetiştirir, geliştirir. 

Ey can! Sen O’nun eteğinin altına sığın! O kılıcı da, oku da sana değdirmez. O ne buyurursa, ‘Duyduk, itaat ettik’ de! Neden korkuyorsan, ondan seni ancak O kurtarır, O kurtarır. 

Küfür olsun, günah olsun, isterse kapkara şeytan olsun, bütün bunlar O’nun güneşinin ışığında aydınlık veren bir dolunay olurlar. 

Ben sözü aşkla söylüyorum. Çünkü dersi aşktan alıyorum. Ben canımı O’nun önüne koyuyorum. O’na teslim ediyorum. O pek az şey kabul eder. Her şeyi kabul etmez.”