Yine tavşanın hilesi ve gitmede gecikmesi.
1107. Tavşan, arslana gitmede epeyce gecikti. Yapacağı hileyi kendisince kararlaştırdı.
1108. Bir hayli geciktikten sonra arslanın kulağına bir iki sır söylemek üzere yola düştü.
1109. Akıl diyârında nice âlimler vardır! Bu akıl denizi ne kadar engindir!
1110. Bizim şu şeklimiz bu tatlı denizde su üzerinde kâseler gibi yüzer.
1111. İçi suyla dolu olmadıkça kap, suyun yüzündedir. Dolunca denize batar.
1112. Akıl gizlidir; ortada bir âlem görünüp durur. Bizim şeklimiz; o denizin dalgasından, yâhut ıslaklığından ibârettir.
1113. Suret, o deniz olmak için neyi vesîle ittihâz ederse etsin, deniz, sureti, o vesîle yüzünden daha uzağa atar.
1114. Gönül, kendisine sır söyleyeni; ok, kendisini uzağa atanı görmedikçe;
1115. Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı koşturur!
1116. O yiğit, atını kaybolmuş sanır. At ise onu yel gibi koşturmuştur!
1117. O sersem bağırır, arar tarar, kapı kapı dolaşır, her tarafı ara, sorar.
1118. “Atımı çalan nerde, kimdir?” “Efendi, şu uyluğunun altındaki mahlûk ne?”
1119. “Evet, bu attır; fakat bu at nerde?” Ey at arayan yiğit binici, kendine gel!
1120. Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan görünmez. İnsan, içi su ile doludur da, dudakları kupkuru bir küp gibidir.
1121. Kırmızı, yeşil, sarı… bu üç renkten önce ziyâyı görmezsen bunları nasıl görürsün?
1122. Fakat senin aklın renkler içinde kaybolduğundan o renkler senin nuru görmene perde oldu.
1123. Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan olduğunu görüp anladın.
1124. Haricî nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir. İçteki hayal rengi de böyledir.
1125. Dış renkleri güneş ve Sühâ yıldızının nuruyla görünür. İç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür.
1126. Gözünün nurunun nuru da gönül nurudur. Göz nuru gönüllerin nurundan meydana gelir.
1127. Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayrı bulunan Tanrı nurudur.
1128. Geceleyin nur yoktu, renkleri görmedin. Nurun zıddıyla sana sabit oldu ki,
1129. Önce nur görünür, sonra renk. Bunu da nurun zıddıyla tereddütsüz olarak bilirsin.
“Bu cihan, Akl-ı Küll’ün bir düşüncesinden ibârettir” der Hazreti Mevlâna ve Fîhi Mâ-Fîh isimli eserde şöyle buyurur: “Tanrı, pek yakındır sana. Ne düşünsen, ne kursan seninle beraberdir o. Çünkü düşünceyi, kuruntuyu var eden de odur, sana eş eden de o. Yalnız, pek yakın olduğundan göremezsin. Ne şaşılacak şey ki, yaptığın her işte aklın, seninle; onunla girişiyorsun giriştiğin işe. Fakat aklı hiç göremiyorsun, ancak eseriyle görüyorsun; asıl aklı görmene imkân yok. Meselâ, birisi hamama gider. Kızışır. Hamamın içinde nereye gitse ısı kendisiyle beraberdir. Ateşin ısısının tesiriyle kızışmıştır ama ateşi göremez. Hamamdan çıkar da ateşi gözüyle görürse anlar ki hamam da ateşle kızışmadadır, hamamdakiler de; bilir ki hamamdaki ısı, ateşlenmiş. İnsanın varlığı da büyük bir hamamdır. Orda aklın, canın, nefsin ısısı hep vardır. Fakat hamamdan dışarıya çıktın da öbür dünyaya yüz tuttun mu aklın da kendini görürsün, nefsin de, canın da. Anlarsın ki bu buluş, bu anlayış, aklın ışığındanmış; o düzenler, nefistenmiş; yaşayış da canın eseriymiş. Her birinin özünü görürsün o vakit; fakat hamamda oldukça ateşi gözünle görmene imkân yok, ancak eseriyle görebilirsin. Yâhut da hiç akar su görmemiş birinin gözlerini bağlasalar da suya atsalar ıslak bir şeyin gözüne vurduğunu, bedenini kapladığın duyar, fakat o nedir, bunu bilmez. Gözlerini açtılar mı apaçık görür bilir ki suymuş o. Önce eserleriyle bildi, şimdi kendisi gördü. Şu hâlde Tanrı’ya karşı yoksulluk göster, ihtiyacın neyse ondan iste; bu isteyiş hiç mi hiç yitmez. ‘Beni çağırın, icâbet edeceğim size.’
Şimdi bir düşün, kıyas et… ne biçim bir akıl, ne biçim bir hüner gerek ki, şu gökler, şu ay, güneş, şu yedi kat yer, onun yüzünden meydana gelsin. Bütün bu varlıklar Akl-ı Küll’ün gölgesi. Cüz’î aklın gölgesi kendisine göre; Akl-ı Küll’ün gölgesi olan varlıklar da kendisine göre. Tanrı erenleri, bu göklerden başka gökler görmüşlerdir de bu gökler gözlerine görünmez; pek aşağı görünür onlara bu gökler. Bunlara ayaklarını basmışlar da aşmışlar, geçip gitmişlerdir.”
Hasan Dede, “Bir kişi, kendisini imansızlığa, sapıklığa götüren akıldan, fikirden kurtulunca birçok menziller aşar, mest olur. Kendinden, kendi varlığından vazgeçer” der, “Benlik ve kendine tapmak kötü bir huydur, hoşa gitmez bir hâldir. Neûzübillâh, bu hâle düşünce insanlık elden gider de kişinin imanı bile kendisine inkâr kesilir… Aşıkların ders gördükleri yer, yine aşktır. Onlara mânen ders veren de yüce Allah’tır. Bizler öğrenciyiz, O’nun aşkı da, tekrarlayıp durduğumuz bilgidir.”
Şiir:
“Şu akıl ermeyen insan cisminde,
Gör ne sanat ne düzen gizlidir.
O can tohumunun sade birinde,
Gör ne sanat ne düzen gizlidir.
Deme kişi çözemez bu esrârı,
Bu ancak bilgin bir düşünür kârı,
O gönül denilen var ya Tanrı pazarı,
Gör ne sanat ne düzen gizlidir.
Hele biraz düşün bütün varlığı,
Bak neye bağlarsın aşikârlığı,
İdrâk etsen bu pazarlığı,
Gör ne sanat ne düzen insanda gizlidir…”