MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/LXXXIX

Arslanın tavşana cevap vermesi ve onunla gitmesi.

1181. Arslan dedi ki: “Bismillah, haydi gel bakalım, nerede o? Doğru söylüyorsan düş önüme!

1182. Onun da cezasını vereyim, onun gibi yüz tanesinin de. Fakat bu sözün yalansa seni cezalandırırım.”

1183. Tavşan; onu, kurduğu dolaba düşürmek için kılavuz gibi öne düştü.

1184. Nişan koyduğu bir kuyuya doğru yola çıktılar. Arslana derin bir kuyuyu tuzak yapmıştı.

1185. Her ikisi de kuyunun bulunduğu yere yaklaştılar. İşte sana hilebâz, saman altından su yürüten bir tavşan!

1186. Su bir saman çöpünü ovaya götürür, ama bir dağı nasıl sürükler acaba?

1187. Onun hile ve tuzağı arslana kementti. Ne tuhaf ki tavşan arslanı avlıyor!

1188. Bir Musa, Firavun’u askerleriyle, başındaki kalabalıkla Nil Nehri’nde öldürür.

1189. Bir sivrisinek yarım kanadıyla pervâsızca başını beynini yarar.

1190. Düşman sözü dinleyenin hâli budur. Hasetçinin dostu olanın uğradığı cezayı gör!

1191. Hâmân’ı dinleyen Firavun’un, şeytanı dinleyen Nemrud’un hâli budur.

1192. Düşman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak bil!

1193. Sana şeker verirse sen bunu zehir bil, bir lütufta bulunursa onu kahır bil!

1194. Kaza gelince kabuktan başka bir şey göremez, düşmanları dostlardan ayıramazsın.

1195. Böyle olunca yalvarmaya başla, ağlayıp inlemeye, tesbihe, oruca devam et!

1196. “Rabbim, sen gaybleri bilirsin. Günâhtan dolayı bizden intikâm alma” diye yalvar, yakar!

1197. “Ey arslanları yaratan! Eğer biz bir köpeklik etmişsek bu pusudan bizim üstümüze arslanı saldırtma!

1198. Güzel suya ateş şeklini, ateşe de su letâfetini verme!” diye niyâz et!

1199. Yâ Rabbi, sen kahır şarabıyla insanı sarhoş edersen, yok olan şeylere varlık suretini verir, onları var gibi gösterirsin.

1200. Sarhoşluk nedir? Taşı gevher, yünü yeşim taşı görücek derecede gözün bağlanması, görmemesidir.

1201. Sarhoşluk nedir? Ilgın ağacının göze sandal ağacı görünecek kadar duyguların değişmesidir!

Akl-ı mead olan tavşan, kurduğu tuzakla nefs-i emmâre arslanını kuyuya atmayı tasarlamıştı.

Nitekim, ‘bir Musa, Firavun’u askerleriyle, başındaki kalabalıkla Nil Nehri’nde öldürür. Bir sivrisinek yarım kanadıyla pervâsızca başını beynini yarar. Düşman sözü dinleyenin hâli budur. Hasetçinin dostu olanın uğradığı cezayı gör! Hâmân’ı dinleyen Firavun’un, şeytanı dinleyen Nemrud’un hâli budur.”

Abdülbâki Gölpınarlı, bu beyitlerde geçen, sivrisinek ve Nemrud, Hâmân ve Firavun hakkında şu bilgileri verir: “Nemrud, İbrahim Peygamber zamanındaki padişahın adıdır. Bu adam Tanrı’lık dâvâsına kalkışmıştı. Sonunda, burnundan bir sivrisineğin girdiği, beyninde konakladığı, orada büyüdüğü, bu sebeple Nemrud’un bir baş ağrısına uğradığı, başını tokmakla dövdürdüğü, bu yüzden de kafasının yarılıp, öldüğü söylenir.

Hâmân, Kur’ân’ın Kasas sûresinin 8. âyetinde Firavun’la beraber adı geçer ve yanlış bir yol tutanlardan olduğu bildirilir. Aynı sûrenin 38. âyetinde, Firavun’un, Hâmân’a, Musa’nın mâbûdunu görmek için bir köşk, bir kule yaptırmasını buyurduğu anlatılır. Ankebût sûresinin 39. âyetinde adı, Kârun ve Firavun’la geçer. Mümin sûresinin 24. âyetinde Musa’nın, Firavun’a, Hâmân’a, Kârun’a gönderildiği, aynı sûrenin 36. âyetinde, Firavun’un ona bir kule yapmasını emrettiği anlatılır. Hâmân’ın, Firavun’un vezîri olduğu rivâyet edilir.”

Hazreti Muhammed Efendimiz, bir hadîs-i şerifte, “Şeytan, âdemoğullarının, deminin aktığı yol olan damarlarında ceryân eder” diye buyurur.

“Şeytan, öyle dışarlarda dolaşan bir varlık değildir; her şey gibi o da insanın içindedir” der Hasan Dede.

Şeytandan maksat, nefs-i emmâredir. Nefs-i emmâreye tâbî olan kişiler saman çöpü gibi zayıftırlar. Öyle ki, nefsleri onları ordan oraya sürükler durur, akîbet sonunda bir kuyuya, yâni tuzağa düşerler. Fakat nefs-i emmârenin hilelerini bilenler, dağ gibi yerlerinde sabit dururlar, nefslerinin peşinde sürüklenmezler.

Hasan Dede, “Nefsin düşmanı Tanrı’dır, kalbine Hakk’ı koyarsan o gider” der, “Peki nefsin insandan ayrılması, bünyeden çıkması mı gerekiyor? Hayır. Nefsimizi terbiye için varız, onu atmak için değil, o son nefese kadar bizimle olacaktır. Nefs çok şey ister, onu terbiye edersen mesele kalmaz, her şey senin elindedir.”

‘Sarhoşluk nedir? Taşı gevher, yünü yeşim taşı görücek derecede gözün bağlanması, görmemesidir. Sarhoşluk nedir? Ilgın ağacının göze sandal ağacı görünecek kadar duyguların değişmesidir!’

Şems-i Tebrizî Hazretleri şöyle seslenir ve der ki: “İman dolu bir gönülle bağlandığın yere, Allah’ı zikre girdiğin zaman, o nefsin kalesini yıkar.” 

“İman ne demektir?” der Hasan Dede, “Bağlandığın yere, sen benim Rabbimsin, sen benim her şeyimsin, diyebilmektir. İnsan, imanla yola koyuldu mu, nefs geri adım atar. Eğer kişi, ben çok bilirim, ben şöyleyim, ben böyleyim, diye konuşmalara girmişse, o kişi nefsinden konuşuyor demektir. Nefsinin kollarına, hilelerine düşmüştür ama farkında değildir, gaflet içindedir. Aşk ile kanat açan kişi ise lâmekâna uçar, gafletlere düşmez… Aşk şarabı hakîkatte gönüldür. İnsanın gönül verdiği yer, zaten aradığı yerdir. Biz bu aşkla dünya durdukça yanmaktayız ve biz yokuz hep o var, çünkü aradığımızı bulmuşuz.”

Kasîde:

“Kardeşim! Ben erguvan renkli şaraptan nasıl tövbe edebilirim? O şarap mekânsızlık âleminde, topraktan bitmemiş üzümden sıkılmıştır. 

İçtiğimiz o şarabın kâselerine çok okunaklı bir yazı ile şunlar yazılmıştır, ‘Bunu içen ölümden de, aşağılık bir hâle düşmeden de kurtulur, aman bulur.’

Tebriz’de yetişir, orada olur, olgunlaşır, bir bu tarafa akar, bir de gönüllere akar.”