Tavşanın av hayvanlarına cevabı.
1008. Tavşan, “Dostlar, Hakk bana ilhâm etti. Hakîkaten zayıf birisi, kuvvetli bir rey ve tedbîre nâil oldu.
1009. Hakk’ın arıya öğrettiğini, arslan ve ejderha bilemez.
1010. Arı terûtaze balla dolu petekler yapar. Tanrı, ona, o ilimde kapı açtı.
1011. Hakk’ın ipekböceğine öğrettiğini hiç bir fil bilir mi?
1012. Toprağa mensûb insan Hakk’tan ilim öğrendi ve o bilgi ile yedinci kat göğe kadar bütün âlemi aydınlattı.
1013. Tanrı’ya şüphe eden kişinin körlüğüne rağmen meleklerin adını, sanını unutturdu.
1014. Altıyüzbin yıllık zâhidin, o buzağının ağzını bağladı.
1015. Bu suretle din bilgisi sütünü emmesine, o yüce ve sağlam köşkün etrafında dönüp dolaşmasına mâni oldu.
1016. Duygu ehlinin, yalnız zâhire îtibar edenlerin bilgileri, o yüce bilgiden süt emenler için ağız bağıdır.
1017. Gönül katresine bir inci düştü ki o inci denizlere, feleklere bile verilmemiştir.
1018. Ey surete tapan! Niceye dek suret kaygısı? Senin mânâsız canın suretten kurtulmadı gitti.
1019. Eğer insan, suretle insan olsaydı Ahmed’le Ebûcehil müsâvî olurdu.
1020. Duvar üstüne yapılan insan resmi de insana benzer. Bak, suret bakımından nesi eksik?
1021. O parlak resmin yalnız canı noksan. Yürü, o nâdir bulunur cevheri ara.
1022. Ashâb-ı Kehf’in köpeğine el verilince, dünyadaki bütün arslanların başları alçaldı.
1023. Canı, nur denizinde garkolduktan sonra ona, kötü ve çirkin suretin ne ziyânı var?
1024. Kalemler sureti övmezler. Kitaplara da adamın suretine ait vasıflar değil, ‘âlim, adâlet sahibi’ gibi zâtına ait vasıflar yazılır.
1025. Bilgi ve adâlet sahibi… Hep mânâdır, onları önde, artta… bir yerde bulamazsın.
1026. Zâta ait sıfatlar Lâmekan elinden cana şule vermektedir; can güneşi göklere sığmaz” dedi.
Hazreti Mevlâna, 1009 ve 1010. beyitlerde, “Ve Rabbin balarısına, dağlarda, ağaçlarda ve çardak kurulan yerlerde kovan yapın diye emretti” (Nahl, 67) âyetine işâret etmektedir.
Arının cüssesi küçüktür fakat Allah’tan aldığı emirle, şifâlarla dolu bal yapar. Kim bu baldan yese, hastalıklarına şifâ olur.
İnsan da bu âlemde küçük bir varlık gibi görünür, fakat bir kâmil mürşidin eğitiminde yetişip feyz aldıktan sonra hakîkatlere vâkıf olur ve aslında insanın ne kadar yüce bir varlık olduğu sırrını anlar.
Bir Mevlevî olan Sakıb Dede, arıyı, tenden kurtulmaya ve Hakk’a ulaşmaya çalışan bir dervişe benzetir. Derviş, ezel meclisinin hasretiyle inler ve ten kafesine kapatılmış çırpınan bir arı gibi dönüp dolaşmaktadır. Yaratan’ın hasretiyle yanıp tutuşan dervişin amacı, tenden kurtulup Hüsn-ü Mutlak’a kavuşmaktır. Ve der ki…
“Nâlân-ı şevk-i bezm-i ezeldür ebed yine,
Zenbûr-veş bu cilve-geh-i mâ’ü tînde.”
Kovan ise çokluk ve kalabalık oluşu nedeniyle vahdetteki tekliğe işâret eder.
Nitekim Mevlâna bir beyitinde, “Şu dünya küpünün içinde, bir arı gibi vızıldar dururum. Fakat sen, sadece benim bu sızlanmalarıma bakma, benim balla dolu bir kovanım var!” diye buyurur.
1014. beyitte geçen ‘Altıyüzbin yıllık zâhid’den maksatsa insanın yaratılışından bu yana savaşıp durduğu İblis, yâni nefsidir. Öyle ki Hasan Dede, “Terk edeceğimiz nefsimiz bizden daha yaşlı, daha tecrübeli ve daha kuvvetlidir. Onun yaşı, Âdem’den bu zamana kadar kaç bin sene geçmişse o kadardır. Hâlbuki biz onun karşısında çocuk yaşta sayılırız. Binlerce sene yaşı olan bir kuvvet, kendisine nazaran henüz çocuk denecek yaşta birisinden korkar mı? Onu ancak aşk korkutur. Aşk gelince o korkar, kaçar” der ve bir şiirinde şöyle seslenir…
“Cihan Kutbu yüce Mevlâna’m,
Bir aşk ile gönlüme geldin oturdun,
Yüceliğinden bir nebze yükünden sundun.
Herkesin derdine ortak kıldın,
Hem yoğurdun hem oldurdun.
Seçtin fakîri hem sevginde yoğurdun,
Gönlüme dost muhabbeti doldurdun.
İsm-i Âzam’ını özüme kondurdun,
Kur’ân’ı okutan sırrı noktada buldurdun.
Muhammed Mustafa’da Hakk lisânı oldurdun,
Aratmadın kendini, Hasan’ında buldurdun.
İlim ile irfânını kerem sahibi Şah Ali’mden okuttun,
Cihan Kutbu Mevlâna’m,
Ezeldeki makâmını gönlüme oturttun…”
‘Gönül katresine bir inci düştü ki o inci denizlere, feleklere bile verilmemiştir.’
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık” (İsrâ, 70) diye buyrulmaktadır.
Hasan Dede, “Hakîkati arayın ve bilin ki, hakîkat sizi özgür kılsın. Hakîkat, ilâhî güzelliktir; mevcuttur ama varlığı yoktur. Bütün ruhunla arınman gereklidir. Tam bir özgürlük içinde aramazsan bulamazsın” der, “Kimsin sen? Neden yaşıyorsun? Yaşamanın amacı nedir? Kâinat nedir? Niye varoldum? Hayatımı nasıl yaşamalıyım? Neredeyim? Nereye gidiyorum? Bu sorular bir insanda zuhûr eder de cevaplarını bulmaya çaba sarfederse insan gelişir, değişir ve özgürleşir. Bu güne kadar içinde bulunduğumuz kalıplardan kurtulmak ve içimizde saklı olan hakîkatleri bulmak için çaba sarfetmemiz gereklidir… İnsana bahşedilmiş olan en büyük, en yüce mânâ aşktır. Aşk, karanlıksız, gecesiz bir gündüzdür. Gündüz bile karanlık vardır da, aşkta yoktur. Gündüzün bir mağarada karanlık vardır ama, aşkın ışığına hiçbir şey engel olamaz.”