MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/LXXVII

Çalışmanın tevekküle tercihi.

992. Arslan bu yolda birçok deliller getirdi. O cebrîler arslanın cevabına kandılar.

993. Tilki, geyik, tavşan ve çakal cebrîliğe inanışı ve dedikoduyu bıraktılar.

994. Bu biâtte ziyâna düşmemek için kükremiş arslanla ahitlerde bulundular.

995. Zahmetsizce her günün kısmeti gelecek, arslanın başka bir teşebbüse ihtiyacı kalmayacaktı.

996. Kur’a kime isâbet ederse günü gününe arslanın yanına sırtlan gibi o koşar, teslîm olurdu.

997. Bu kadeh dönerek tavşana gelince; tavşan bağırdı: “Niceye dek bu zulüm?”

Arslana gitmekte geciktiğinden av hayvanlarının tavşana itirâz etmeleri.

998. Hayvanlar dediler ki: “Bunca zamandır biz ahdimize vefâ ederek can fedâ ettik.

999. Ey inatçı, bizim kötü bir adla anılmamıza sebep olma, arslan da incinmesin. Yürü, yürü; çabuk, çabuk!”

Tavşanın av hayvanlarına cevabı.

1000. Tavşan, “Dostlar, bana mühlet verin de hilemle siz de belâdan kurtulun.

1001. Benim hilemle canımız kurtulsun, bu hile, çocuklarımıza miras kalmasın.

1002. Her peygamber, dünyada ümmetini böyle bir kurtuluş yerine davet etti.

1003. Peygamberler, halk nazârında gözbebeği gibi küçük görünürlerdi ama felekten kurtuluş yolunu görmüşlerdi.

1004. Halk, peygamberleri; gözbebeği gibi küçük gördü, gözbebeğinin mânen büyüklüğünü kimse anlayamadı.”

1005. Hayvanlar ona, “Ey eşek, kulak ver! Kendini tavşan kadrince tut, haddini aşma!

1006. Bu ne lâftır ki senden daha iyiler, dünyada onu hatırlarına bile getirmezler.

1007. Ya gururlandın, yâhut da kaza, bizim izimizde. Yoksa bu lâf, senin gibisine nereden yaraşacak?” dediler.

Hazreti Mevlâna’nın anlattığı bu hikâyede tavşan, akl-ı meadı temsîl etmektedir ki, diğer hayvanların da temsîl ettikleri akl-ı meaştır.

Akl-ı meaş sahipleri, kendi hakîkatlerini sorgulamadan, kaza ve kadere razı gelerek varlıklarını sürdürürler. Akl-ı mead olanlar ise, hakîkat arayışına girerler ve kimliklerini öğrenme yolunda yürümeye karar verirler.

Nitekim, ‘kadeh dönerek tavşana gelince; tavşan, ‘Niceye dek bu zulüm?’ diye bağırır.’

Hasan Dede, akl-ı meaşın ve akl-ı meadın henüz maddeden kurtulamadıklarından dolayı yine sıkıntı içinde olduklarını dile getirirken, tevhid ehlini bunların dışında tutarak, “Onlar huzur içinde yaşamlarını sürdürmektedirler” diye açıklar.

Zîrâ, Hazreti Mevlâna hikâyenin devamında peygamberlerden misâl verir ve, “Her peygamber, dünyada ümmetini böyle bir kurtuluş yerine davet etti” diye belirterek, “Peygamberler, halk nazârında gözbebeği gibi küçük görünürlerdi ama felekten kurtuluş yolunu görmüşlerdi. Halk, peygamberleri; gözbebeği gibi küçük gördü, gözbebeğinin mânen büyüklüğünü kimse anlayamadı” der.

Nitekim, Hazreti Ali de, “Derman sende fakat senin haberin yok. Derdin sende fakat sen görmüyorsun. Kendini küçük bir beden sanıyorsun. Oysa ki koskoca bir âlem dürülmüş içinde senin. Öylesine apaçık bir kitapsın ki, gizli şeyler onun harfleri ile meydana çıkmada. Dışarıya ihtiyacın yok senin. Gönlünde yazılmış yazılar, her şeyden haber verir sana” diye seslenir ve şöyle buyurur: 

“Ey insan! Şurasını iyi bil ki, gönül büyük bir şehristandır. O şehirde iki tane padişah bulunur. Her padişah kendi işinin hâkimidir ve kendi işinin gâlib gelmesine bakar; aralarındaki mücâdele sonucunda hangisi diğerine gâlib gelirse orada onun hükmü yürür. Bu iki padişahtan birisi akıldır; diğerinin adı ise tabiat dediğimiz şeytandır. Burada hangisinin mücâdelesi diğerine gâlib gelirse hüküm onundur. İnsanda olan şeytanî sıfatlar sırasıyla şunlardır: Tamah, hırs, intikam, kibir, kin, cimrilik, hased, gurur, gazap, düşmanlık, gıybet, inkâr, yalan, doyumsuzluk, gaflet. İnsanda olan aklın sıfatları da şöyledir: Kalp huzuru, kanaat, doğruluk, itimat, tevekkül, ilim, güzel huy, tevazû, sabır, şefkat, merhamet, cömertlik, ikrâr, saygı, teslîmiyet ve Allah aşkı.”

Kasîde:

“Gönül ehlinden, canın ölümsüzlüğünden başka bir rivâyet gelmemiştir! Aşkın verdiği rahatlıkların da, aşk gibi, sonu yoktur! 

Bu topluluk ne kadar hoştur! Hepsinden de şükürler duydum! Sen, kendine gel de, aşktan şikâyet edenin şikâyetine kulak asma! 

Her seher vaktinde, başka bir tatlılık, başka bir güzellik vardır; her tarafta bir başka terûtazelik vardır! Sanki her şey, yeniden yaşamaya başlamıştır! Her adımda bir şaşılacak şey, her nefeste bir başka lütûf, bir başka kerem hissedilir! 

Canın güzelliği haddi aşınca, Hakk’tan ona yardım üstüne yardım gelir! Fakat, hasedin kötü gözü kurumaz ki!.. 

Gökyüzü, her zaman aşkı arayıp durduğu için, sırtı, aşıkların sırtı gibi bükülmüştür! Çünkü, onun güzelliği, eşsiz ve örneksiz bir güzelliktir! 

Seher vakitleri güneşin mızrak çekmesi, sabahın bayrak açması, aşkın yüzünün parıltısıdır! 

Aşk yol gösterince, can rahata kavuşur; başını gökyüzünden çıkarır da; ‘Ne güzel memleket!’ der! 

Allah, aşkına; ‘Senin güzelliğin olmasaydı, ben, varlık aynasına itibâr eder miydim?’ diye buyurdu! 

Ne zamana kadar anlatıp duracaksın? Canın hakkı için, daha fazla söyleme! Gönül, senin dilinden dertlere düşüyor, tasalara batıyor! 

Halvete girenler, yalnızlığı arayan kişiler kaçmışlar, sesin azığını dökmüşler! Çünkü susmak, sarhoş olanlara güçtür, kuvvettir!

Bülbüllerin ötmesi, aşıklara ilaçtır, devâdır! Ama, sen sus da, aşk, sana daha başka bir güç, daha başka bir kuvvet versin!”