MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/LXXV

Azrâil’in birisine bakması, onun da Süleyman Aleyhisselâm’ın sarayına kaçması, tevekkülün çalışmadan üstün olduğu ve çalışmadaki faydaların azlığı.

956. Saf bir adam, bir kuşluk vaktinde koşa koşa Süleyman’ın adâlet sarayına erişti.

957. Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman, ona “Efendi ne oldu?” dedi.

958. O, “Azrâil, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki…” dedi.

959. Süleyman, “Peki, şimdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: “Ey canları koruyan! Rüzgâra emret,

960. Beni tâ Hindistan’a götürsün; belki kulunuz oraya gidince canını kurtarır.”

961. İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırsa, emele lokma olurlar.

962. Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et!

963. Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.

964. Ertesi gün Süleyman, divân vakti halkla buluşunca Azraîl’e dedi ki:

* “O Müslüman’a ne sebeple hışımla baktın? Ey Tanrı elçisi, bana anlat!

965. Acaba bu işi, o adamı hanümânından avâre etmek için mi yaptın?”

* Azrâil cevâben dedi ki: “Ey cihanın zevâlsiz padişahı! O ters anladı; ona hayal göründü.

966. Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce şaşırdım.

967. Çünkü Hakk bana ‘Haydi bugün var, onun canını Hindistan’da al’ buyurdu.

968. Taaccüple ‘Yüz tane kanadı olsa Hindistan’a gitmesi yine uzak’ dedim.”

969. İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç da gör!

970. Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hakk’tan mı? Ne boş zahmet!

Ahmed Eflâkî, ‘Âriflerin Menkîbeleri’ isimli eserinde bildirdiği üzere; Hazreti Şems, bir mecliste şunları dile getiriyor: “Cömertlik dört türlüdür: Zâbitlere mahsus olan mal cömertliği, cihad edenlere mahsus olan ten cömertliği, gazilere mahsus olan can cömertliği, ârifiere mahsus olan gönül cömertliği. Zâhitler mallarını verir, marifet alırlar. Nitekim Kur’an’da, ‘İşte biz ahiret evini arzda, ululuk ve fesat murad etmeyenlere mahsus kıldık’ buyurulmuştur. Cihad edenler, vücutlarını verir, hidâyet satın alırlar. Nitekim Kur’an’da, ‘Bizim yolumuzda cihad edenlere doğ­ru yolumuzu gösteririz’ buyurulmuştur. Gaziler canlarını verir, ebedî hayatı alırlar. Nitekim Kur’an’da, ‘Belki onlar sağ olup Rableri yanında rızıklanırlar’ denmiştir. Ârifler, gönüllerini verip sevgi alırlar. Nitekim Kur’an’da, ‘O onları, onlar da onu severler’ buyrulmuştur. 

Gönül alçaklığından daha iyi bir şey görmedim. Elinizde bulunanla kanaat ediniz. Başkalarının elinde bulunan şeyden de ümidinizi kesiniz. Peygamberlerin izzeti, peygamberlikte; bilginlerin izzeti, tevazûda, kanaatte; zenginlerin izzeti, cömertlikte; ibâdet edenlerin izzeti de halvettedir. 

Dini iki şeyle koruyun: Cömertlik ve iyi huylulukla. Ölümden kaçınılmaz. İnsanın rızkı insandan kaçamaz. Rızk bölünmüştür. Ecel, malûm; hâris, mahrûm; cimri, mezmûm; kıskanç, mağmûm (gamlı) ve ârif de merhûmdur (rahmet olunmuş). Tedbîrin takdîre faydası yoktur. Kendi ecelinden kurtulamayacak ve emeline kavuşamayacak ve kendi rızkından geri kalamayacaksın ve başkalarının rızkını da sana vermiyecekler; o hâlde kendi vücudunu niçin öldürüyorsun. 

Ey insan oğlu! Zenginlik kanaatte, selâmet yalnızlıkta, serbestlik arzusuzlukta, dostluk rağbetsizlikte ve saadet sabretmektedir. Tamah edene izzet, kanaat edene de zillet yoktur. Hür insan tamahla kul olur. Kul da, kanaat etmekle azâd olur.”

Hasan Dede, “Allah, çok cömerttir, hiçbir varlıktan rızkını esirgemez” der, “O’nun bahşetmiş olduğu en büyük nimet ise akıldır, onu da insana vermiştir. İnsanın düşünmesi lâzım, mâdemki Allah, yarattıklarına karşı bu kadar cömert, o hâlde, talebimiz sadece Allah’tan olmalıdır. Bilgisizlikten başka hiçbir şeyden korkmamalı, bilmediklerimizi öğrenmekte azimli, isteklerimizde ölçülü olmalıyız. En büyük zenginliğimiz olan aklımızı kullanarak insanlık yolundan ayrılmamalıyız.”

Hazreti Mevlâna, bir kasîdesinde buyuruyor ki: “Can konağını aramada isen, sen cansın. Bir lokma ekmek arıyorsan, sen ekmeksin.” 

Mevlâna’nın çok büyük bir hayranı olan İbrahim Gülşenî de şöyle sesleniyor: “Biz, Cenab-ı Allah’ın ailesi mesâbesindeyiz. Sütümüzü, rızkımızı O’ndan isteriz. Peygamber, ‘Halk, Tanrı’nın ailesidir’ buyurdu. Her ne istersek, Allah-u Zülcelâl, biz ailesine bir baba gibi rızık verir. Eğer tenin gıdasıyla kanaat edersek, eşek gibi arpa ve samana yaraşırız. Ulu Tanrı’dan ruhumuzun gıdasını istersek, bize Cebrâil’in gıdasını gönderir. Mademki ne istersek onu ihsân ediyor, şu hâlde Tanrı’dan yalnız Tanrı’yı isteyelim. Evet, en iyisi, iman ve taat yolunda yürüyerek, daima O’nu isteyelim.”

Şiir:

“Her zerre senin mânevî sofrandan yer içer, 

Ebedî olarak yeseler içseler de, 

Yine de mânevî güzellikler bitmez. 

Ezelî sofra için herkes kavga gürültü eder, 

Ama yediler içtiler yine de eksilmedi. 

Sevenlerini daima bu ebedî gıdayla, 

Yüceliklerine götürür, 

Gözlerin nuru biricik sultanım,

Nurum Muhammed…”