“Cezbeyi aşkın kemâli bil! Çünkü o, aşığı Hûda’ya eriştirir. Cezbe hâlinde aşk-ı muhabbet, Hakk’tır. Onun nuru senin ruhuna sirâyet eder de sen, aşkı kendinin zannedersin.” Sultan Veled
886. İşte en güzel sözleri söyledikçe hep böyle sözlerin çıkmakta, Tanrı rahmeti inmektedir ve bu iki hâl sende daimîdir.
887. Farisî söyleyelim: Bu şevk ve cezbe, o zevkin geldiği taraftan gelir.
888. Her kavmin gözü, bir günceğiz zevk sürdüğü cihette kalmıştır.
889. Yakînen her cinsin zevki kendi cinsiyledir. Bak; cüzün zevki kendi küllünden olur.
890. Yâhut o şey, bir cinse katılma kâbiliyetinde olur da ona erişirse o cinsten oluverir.
891. Su ve ekmek gibi ki, bizim cinsimiz değilken bizim cinsimizden oluverdi ve vücudumuzu besledi, kuvvetimizi arttırdı.
892. Su ve ekmeğin suretâ bizimle cinsiyeti yoktur, ama sonucu bakımından onu cinsimiz bil.
893. Eğer, bizimle cins olandan başka bir şeyden zevk alıyorsak o ancak bizimle cins olana benzer bir şeydir.
894. Cinse benzeyenden alınan zevk, daimî değildir. O zevk arîyettir. Arîyet nesne ise akîbet bâkî kalmaz.
895. Kuş, ıslıktan zevk alsa da cinsini bulamayınca ok gibi uçar gider.
896. Susuz kimseye serâb zevk verir, fakat ona erişince kaçar ve yine su arar.
897. Müflisler altının kalpından hoşlanırlarsa da, o altın darphânede rüsvâ olur.
898. Dikkat et; altın suyu ile boyaman seni yoldan alıkoymasın! Dikkat et; bâtıl hayal seni kuyuya düşürmesin!
899. Kelîle’den şu hikâyeyi oku ve kıssadan hisse almaya bak!
Hazreti Mevlâna bir kasîdesinde şöyle seslenir bizlere…
“Sayısız yıldızları bağrına basmış olan gökyüzü, hudutsuz ve çok büyük olduğu hâlde Allah’ın kudreti etrafında bir değirmen taşı gibi döner durur.
Ey can! Sen de böyle bir Kâbe’nin etrafında dön! Ey dilenci; sen de nimetlerle dolup taşan böyle bir sofranın etrafında dolaş!
Kâinatı yoktan yaratan Allah’ın aşkı ile mest oldun! Artık elin ayağın bir işe yaramaz. Bu yüzden sen onun aşk meydanında elsiz, ayaksız top gibi yuvarlan!
Etten, kemikten bir yığın, bir gölge varlık olan bedenin değil de gönlün; dönen dolaşan bir kişi, dünyanın canı olur; gönüller kapan bir güzel hâline gelir.
Baştan başa gönül kesilen, gerçekten aşık olan kişi pervâne olur da aşk mumlarının etrafında döner durur.
Çünkü onun maddî varlığı, bedeni balçıktan yaratılmıştır ama, gönlü ateştendir, alevdendir. Her cins kendi cinsine meyleder.
Her yıldız göğün etrafında döner. Çünkü cins cinsi ile anlaşır, onunla safâ bulur, huzura kavuşur.
Mıknatıs nasıl demiri çekerse, benlikten kurtulan, yok olan kişi de yokluğa kapılır, yokluğun çevresinde döner, dolaşır.
Ey zavallı insan! Senin varlığın Hakk’ın varlığı önünde yoktur. Yoktan ibârettir. Sen var gibi görünen bir yoksun. İşte bu hakîkati anlarsan şaşılıktan kurtulursun.”
“Her şey yokluktan varlığa kavuşur” der Hasan Dede ve, “Her şeyi renkli ve sayılı gören bizleriz, oysa varlık bir tanedir. Tevhidde, isteyenle istenilenin sıfatlarını ayrı gören kimse, ne isteyen olmuştur, ne de istenilen. Yolumuz insanlık yolu, sevgi ve aşk yoludur. Bu yolu anlamak ve hedefe ulaşmak için gönül şarttır. Boş muhabbetlerle insan hiçbir yere varamaz” diye buyurur.
Nitekim, ‘cüzün zevki kendi küllünden olur; yâhut o şey, bir cinse katılma kâbiliyetinde olur da ona erişirse o cinsten oluverir.’ Aynı şekilde Allah’ta yokolma kâbiliyetinde olan insan da, o zevke erişirse, ondaki nihâyî varlık sadece Allah olur.
Bir şiirinde ne güzel söyler Hasan Dede…
“Biz yokluk şerbetini içmiş, güneşin çocuklarıyız,
Kendimizden geçmişiz, yok olmuşuz fakat,
Akılların sahibi ve varlığın kaynağıyız.
Biz güneşten ayrı değiliz, yalnız bir örtüyle gezeriz.
Bize gerçek imanla teslim olan herkese,
Gün gelir bu örtüyü çekeriz.
Biz sevginin türlü görünümlerinde,
Güneşin şuaları gibi yansıyan,
Tüm gamları kederleri mutluluk yapan,
Âb-ı hayat kaynağının sahibiyiz.
Âb-ı hayatın kendisiyiz ey güzel dost,
Gözlerime derinden bir bak da gör,
Sana senden yakın olan tek kişiyim ben.
Aşka koş, aşka sarıl, aşka düş…”