MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/LXVIII

Yahudi padişahının bu söze ehemmîyet vermeyip inkâr etmesi, kendisine nasîhat edenlerin nasîhatlerini kabul etmemesi.

869. O Yahudi padişahı bu hayret verici mûcizeleri gördü. Fakat ancak şüphe etti ve inkârda bulundu.

870. Nasîhatçiler: “İşi haddinden ileri götürme, inat hayvanını bu kadar ileri sürme” dediler.

871. Nasîhatçilerin ellerini bağlayıp hapsetti. Zulmünü birbirine uladı.

872. “Mâdem iş bu dereceye vardı. Ey köpek, sabret; kahrımız erişti!” diye bir ses geldi.

873. Ondan sonra ateş kırk arşın alevlendi; bir halka teşkîl etti ve o Yahudileri yaktı.

874. Onların asılları önceden de ateşti; sonunda da asıllarına gittiler.

875. Zâten o zümre ateşten doğmuştu. Cüzîler küllî tarafına yol alır, o tarafa giderler.

876. Onlar ancak mümini yakan bir ateştiler. Kendilerini ise ateşleri çerçöp gibi yaktı.

877. Anası Hâviye olan kimsenin mekânı, ancak Hâviye’dir.

878. Çocuk anası, onu arar; asıllar, mutlaka ferîleri izler.

879. Su, havuz içinde zindanda mahpûs gibidir ama hava onu çeker. Zîrâ su, erkâna mensûptur.

880. Onu havuzdan kurtarır, azar azar tâ madenine kadar götürür. Azar azar olduğundan nihâyet sen, nasıl alıp götürüldüğünü görmezsin.

881. Bu nefes de bizim canlarımızı azar azar dünya hapishânesinden öyle çalar.

882. Sözlerin temizleri, bizden çıkarak ona yükselir, ondan başkasının bilmediği yere kadar varır.

883. Nefeslerimiz, temizlik sebebiyle bizden hediye olarak bekâ yurduna yücelir.

884. Sonra ululuk sahibi Tanrı’dan, ancak rahmet olarak sözlerimizin mükâfatı, iki misli bize gelir.

885. Sonradan kul nâil olduğu şeylere bir daha nâil olsun diye bizi, yine o güzel sözlere sevk eder, yine bize o çeşit sözler söyletir.

Yüce Allah, Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden, Kur’an-ı Kerim’de Zümer sûresinin 23. âyetinde şöyle buyuruyor: “Bir Allah’tır ki sözün en güzelini indirmiştir bir kitap hâlinde, bir kısmı, bir kısmına benzer, bir kısmı, bir kısmını gerçekleştirir, her şeyi tekrar tekrar bildirir; Rablerinden korkanların tüyleri diken diken olur onu dinlerken, sonra da bedenleri ve gönülleri, Allah’ı anmak için yumuşar; işte bu, Allah’ın bir hidâyetidir ki dilediğini, onunla doğru yola sevkeder ve Allah, kimi doğru yoldan saptırırsa ona yol gösterecek yoktur.”

Hasan Dede, bir şiirinde şöyle seslenir bizlere…

“Dil çakmak taşıyla demire benzer, 

Söz kıvılcım olur kavrulur her yer. 

Sakın lâf söyleme mânâsız yere, 

Taşı yerli yersiz vurma demire. 

Ortalık karanlık her taraf pamuk, 

Kıvılcım bir yangın olur çarçabuk. 

Cahiller gafletle bir söz söylerler, 

Akılları bozup berbât eylerler. 

Tek sözle mahvolur âlemdekiler, 

Bir arslan kesilir ölü tilkiler. 

Perdesiz olaydı canların özü, 

Can veren olurdu onların sözü. 

İstersen sözünün hoş olmasını, 

Yememen gerekir hırs helvasını. 

Helvayı çok sever küçük çocuklar, 

Erenlerde ise sonsuz sabır var. 

Göklere yükselir sabrı bilenler, 

Yeryüzünde kalır hırsla helva yiyenler…”

“Aman aman, üzerinizdeki örtünün uçlarının, gelişi güzel yerlere doğru salıverilmesinden sakınınız. Büyüklük taslamaktan doğan, bu hâli Hazreti Allah sevmez” diye buyurur Hazreti Muhammed Efendimiz.

Ve bakın ne güzel söyler Yüce Mevlâna… “Akıllardaki bu aykırılık, bil ki mertebe bakımından yerden göğe kadardır. Akıl vardır güneş gibi. Akıl vardır, zühre yıldızından da aşağıdır, yıldız akmasından da. Akıl vardır, bir sarhoş mumu gibi; akıl vardır, bir ateş kıvılcımı gibi. O güneş gibi aklın önünden bulut kalktı mı Allah’ın nurunu gören akıllar faydalanırlar.”

Nitekim Sultan Veled Hazretleri de şöyle seslenir: “Din yolu, hizmet ve ibâdet ile anlaşılabilir, dedikodu ve boş sözlerle değil. Geçmişler, akıllı insanlar olduklarından hizmet ve ibâdet ile maksada eriştiler. Onlardan sonra gelenler hizmet ve ibâdetsiz, ilim, münâkaşa ve mücâdele ile maksada erişmek istiyorlar ve işte bunun için de hiçbir şey elde edemiyorlar ve hiçbir sonuca varamıyorlar.”

“Ruh topraktır, aşk ise ölümsüzlük suyu. Akıl karıncadır, o ise Süleyman. Eğer aşk kadehinden bir yudum içtiysen, bu mânâlar senin için kolaydır” diyor Ulu Ârif Çelebi, Divân’ında; ve şöyle devam ediyor: “Aşkın Şah’ı eğer seni kabul ederse, teşekkür olarak ucuz olan canını ver. Aşk yakınlık başköşesinde oturmuş; akılsa âcizlik çölünde dolaşıp durmaktadır. Yüzünü padişahlık toprağına koy. Zîrâ aşk ona Fâtiha sûresini okumaktadır. İrfân ile kendinden geçmiş Ârif’in canı, Mevlâna’nın sırrından bir nükte söyledi. Bu da onundur, Allah ondan razı olsun…”

Her nefeste biraz daha yakınlaşıyoruz içimizdeki Rabbimize azar azar; ve ‘azar azar olduğundan nihâyet, nasıl alıp götürüldüğümüzü görmüyoruz.’ Oysa, işte ‘aşk yakınlık başköşesinde oturmuş’, bizi beklemede…

Yine Mevlâna’ya kulak verelim; bakın ne güzel söyler… 

“Âlemi sel kaplasa, dalgalar yükselip develer gibi yuvarlansa, havada uçan kuşlar elem çeker ama suda yüzen kuşlar için ne tasa var? Tufan denizi, balıkların nasıl canına can katarsa biz de onun gibi denizin dalgalarına alışmış ve bu nimete şükürden yüzümüzü de ağartmışız… Ey şeyh! Denize gireceğiz, bize peştamal ver. Ey su! Bizi kendine daldır. Ey İmranın oğlu Musa! Gel, denizin suyuna âsânı vur… Bu aşk her başta bir başka sevdâ kaynatır. O sakînin sevdâsı benim olsun, ondan başka ne varsa hepsi sizin…”