MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/LXI

İsa dinini mahva çalışan diğer bir Yahudi padişahının hikâyesi…

740. İsa kavminin dinini mahvetmek için aynı Yahudi’nin neslinden diğer bir padişah meydana çıktı.

741. Bu diğer padişahın meydana çıkışını haber almak istersen “Vessemâi zât’ül-buruc” sûresini oku.

742. Birinci padişahtan doğan kötü âdete bu padişah da ayak uydurdu.

* Bil ki o çeşit sitem ve zulümlerden bu, ne yaparsa Tanrı, günâhını, artıksız, eksiksiz ilk zâlimden sonra, arar.

743. Kim fenâ bir âdet koyarsa ona her an lânet gider durur.

744. İyiler gittler, güzel usûl ve âdetleri kaldı; kötü adamlardan da zulümler ve lânetler!

745. Kıyâmete kadar o kötülerin cinsinden kim vücuda gelse yüzü o kötülüğedir.

746. Bu tatlı suyla tuzlu su; damar damardır. Halk arasında sûr üfürülünceye dek birbirine karışmadan böylece gider durur.

747. İyilere tatlı su miras kaldı. O ne mirasdır? “Evrensel Kitap” mirası.

748. Dikkat edersen görür anlarsın ki tâliplerin dileği peygamberlik cevherinin şûleleridir, o şûleleri dilerler.

749. Şûleler, mücevherlere tâbî olarak parıldar ve dönerler. Şûle, nerden çıkyorsa, madeni nerdeyse oraya gider.

750. Güneş, bir burçtan bir burca gidip durduğundan pencereye vuran ziyâsı da evin etrafında döner dolaşır.

741. beyitte, Hazreti Mevlâna’nın işaret ettiği Burûc sûresinde şöyle buyrulmaktadır:

“Burçlar sahibi gökyüzüne and olsun; söz verilen güne and olsun; tanığa ve tanıklık edilene and olsun; Uhdud’un Ashâb’ı kahroldu; o şiddetli ateşin sahipleri; hani onlar, onun başında oturmuşlardı; inananlara yaptıkları zulmü izliyorlardı; bunu, mutlak üstün olan ve övgüye değer yegâne varlık olan Allah’a iman edenleri cezalandırmak için yapıyorlardı; o Allah ki, göklerin ve yerin mülkü yalnızca O’na aittir, Allah her şeye tanıktır; inanan erkeklere ve kadınlara zulüm edip, sonra da tövbe etmeyenler için cehennem azâbı vardır, onlar için yakıcı azâb vardır; inanan ve salihâtı yapanlar için, içinden nehirler akan cennetler vardır, işte bu, büyük kurtuluştur; Rabb’inin yakalaması kesinlikle çok şiddetlidir; kuşkusuz başlatan ve tekrarlayan O’dur; O, çok bağışlayandır, çok sevendir; şânı yüce Arş’ın sahibidir; dilediğini yapandır; o orduların haberi sana gelmedi mi? Firavun ve Semud’un; doğrusu gerçeği yalanlayan nankörler, hâlâ bir yalanlama içindedirler; Allah, onları arkalarından kuşatmıştır; bilâkis, o şânı yüce şerefli bir Kur’an’dır; Levh-i Mahfûz’dadır.”

Abdülbâki Gölpınarlı, bu beyitle ilgili olarak şu yorumları yapar:

“Bedîuz-zaman Furûzanfer, Salebî’nin ‘Kasas’ül-Enbiyâ’ isimli eserinde kayıtlı olan şu hikâyeyi anlatıyor ki hülâsâsını veriyoruz: 

Bir adam, İsa Peygamberin dinindedir; Yahudi beyi onu, Yahudi olmazsa ateşe atmakla korkutur. Adam kabul etmeyince onu da, onun gibi direnenlerden onikibin kişiyi de yaktırdığı ateşe attırır. Bu rivâyete göre bir günde yetmişyedi kişiyi attırırsa da ateşin yandığı hendek dolunca yalımlar dışarıya vurur, kâfirleri de yakar, yalnız adı Zû-Nuvâs olan o Yahudi beyi kurtulur. Bu arada İsa dinine girmiş olan bir kadını da, dininden dönmezse yakacaklarını söyleyerek tehdîd ederler. Dininden dönmeyince de önce ilk oğlunu, sonra ortancasını ateşe atarlar. Kadın direnmekte devam edince süt emer çocuğunu kucağından kapıp ateşe atacakları sırada kadın, dininden dönmeyi kurarken çocuk dile gelir; ana der, sen gerçek dindesin, dönme. Kadın bu olağanüstü olayı görüp duyunca dininde sebât eder. Önce çocuğunu, sonra kendisini ateşe atıp yakarlar.

Burûc sûresinde böyle bir olaydan bahsedilmektedir ki, bunlar hakkında çeşitli rivâyetler yapılmıştır; ateşe attıran emîr, Yusuf Zû-Nûvas’tır.”

Hazreti Mevlâna, “Ey gama, kedere dalmış adam! Azar azar ateşe nur serp ki ateşin nura dönsün. Yâ Rabbi, sen de o tertemiz suyu serp de âlemin şu ateşi tamamıyla nur olsun. Denizin suyu hep fermân altındadır; yâ Rabbi su da senindir, ateş de! Sen istersen ateş, lâtif su olur; dilemezsen su bile ateş kesilir” diye buyurur.

“Bir kişi, kendisini imansızlığa, sapıklığa götüren akıldan, fikirden kurtulunca birçok menziller aşar, mest olur. Kendinden, kendi varlığından vazgeçer” der Hasan Dede, “Benlik ve kendine tapmak kötü bir huydur, hoşa gitmez bir hâldir. Neuzübillah, bu hâle düşünce insanlık elden gider de kişinin imanı bile kendisine inkâr kesilir. İnsanın kendinde olmaksızın, yani kendi benliğinden geçerek, Allah ile yaptığı her amel ve hizmet hoştur, güzeldir.”

Nitekim, İmam Ali Efendimiz de buyurur, der ki: “Bil ki her işin bir bitkisi vardır; her bitki, köke muhtaçtır; çeşitli sulara muhtaçtır. Hangi bitki iyi suyla sulanırsa iyi boy atar, meyvesi tatlı olur. Sulanması kötü olanın boy atması da kötüdür, meyvesi da acı.”

Hazreti Mevlâna, “İyilere tatlı su miras kaldı. O ne mirasdır? ‘Evrensel Kitap’ mirası” diye buyururken Fâtır sûresinin 32. âyetine işâret etmektedir ki, âyette, Yüce Allah, Hazreti Muhammed’in dilinden şöyle seslenir:

“Sonra kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık; derken onlardan nefsine zulmeden var ve onlardan mûtedil hareket eden var ve onlardan, hayırlarda herkesten ileri giden var Allah’ın izniyle; işte bu, pek büyük bir lütûf ve ihsândır.”

Hazreti Şems-i Tebrizî de şöyle bir dil sarfeder ve der ki: “Bilginin biri bir gün uykudan uyandı. Eşya, kitap her nesi varsa attı. İnliyor, ağlıyor ve şöyle söylüyordu: Ömrümüzü mürşitlerden ayrı yaşamak, onlardan kaçınmakla tükettik. Allah kitabını arkamızda bıraktık. Ulu Allah bizden ömrümüzü nelerle tüketmiş olduğumuzu sorunca ne cevap vereceğiz? Gözümüzle ne gördüğümüzü, kulağımızla ne işittiğimizi, kalbimizden ne gibi düşünceler geçirdiğimizi soracaklar… Bilginin burada Allah kitabı demekten maksadı Kur’an değildir. Yol gösteren adam yâni Mürşid’dir. Allah kitabı odur, âyet odur, sûre odur. O âyet içinde âyetler vardır. Bu açık Kur’an’da, bu açık kitapta neler yok…”

Nitekim, daima insana insanı söyleyen mürşidimiz Hasan Dede, bir şiirinde ‘Evrensel Kitab’ın sırrını dile getirirken şöyle seslenir bizlere…

Şiir:

“Altıbinaltıyüzaltmışaltı âyet ile, 

Kitap olmuş Kur’an-ı Kerim. 

Söz Kur’an’da, özü sensin, 

Ey güzel insan Efendim! 

Ol âyeti beyânatla örülmüş, 

Acep bir muamma cansın, 

Ey insan Efendim! 

Bu mazhârı gören göze hayranım, 

Fark edeli beri mest oldu canım, 

Hep bütün Kur’an’dır benim seyrânım, 

Ne et, ne kemik, ne de kansın, 

Ey insan Efendim! 

Nurdan kılıf giyip meydana çıktın, 

Kendi gözün ile kendine baktın, 

Dede der ki ezel ebed Mutlak’tın, 

Bildim ki hep varlık sensin,

Ey insan Efendim!..

Allah’a hiç güçlük yoktur. Yeter ki insanda iman olsun, inanç olsun, sevgi olsun. Yetmiş iki dilden konuşan O’dur. İnsan aradığı ‘Kudret Sahibi’ni kendinde bulmalıdır. Biz bir aynayız. Allah’ın en büyük mucizesi sizlersiniz, insandır…”