“Kim aşıkların gözlerinde gözbebeği olursa, o bakış onu alır, insanın özüne doğru çeker götürür.” Mevlâna
Şehir ve köye sahip olan, cisimlerin padişahıdır. Gönül sahibi ise gönüllerinizin sultanıdır.
1675. Hiç şüphe yok ki işler, görüşlerin feridir. Şu hâlde insan, ancak gözbebeğinden ibârettir.
Ben bunu, tamamiyle söyleyemiyorum, çünkü merkez sahipleri men ediyorlar.
Mâdemki halkın unutması ve hatırlaması onun elindedir, imdatlarına da o erişir.
O güzel huylarla huylanmış olan zât, her gece gönüllerden yüzbinlerce iyi ve kötü hatırayı giderir.
Gündüzün gönülleri, yine o hatıralarla doldurmakta; o sedefleri, incilerle dopdolu bir hâle getirmektedir.
1680. Evvelki düşüncelerin hepsi, Tanrı’nın hidâyetiyle sahiplerini tanırlar.
Uyanınca, sanat ve hünerin, sebepler kapısını açmak üzere yine sana gelir.
Kuyumcunun hüneri demirciye gitmez, bu güzel huylunun huyu, öteki kötüye mâl olmaz.
Hünerler ve huylar, kıyâmet günü, çeyiz gibi sahibine gelir.
Uykudan sonra da hünerler ve huylar, yine koşa koşa sahibine döner.
1685. Güzel olsun, çirkin olsun… bütün huylar ve hünerler, sabah çağında sahiplerine gelir.
Nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları şehre getirirler.
Ahmed Avni Konuk, “Şehirlere ve köylere sahip olan padişahlar ve hükümdârlar, zâhirî suretlerin padişahlarıdır; onların tasarrufları kendilerinin hayatına bağlıdır. Öldükten sonra tasarruf nâmına hiçbir şeyleri kalmaz; fakat gönül sahibi olan Evliyâullah, mânâ âleminden olan sizin gönüllerinizin üzerinde mutasarrıf olan şahlardır; binâenâleyh onların tasarrufları gönülde olduğu için, zâhirî padişahların gönüllerinde de tasarruf ederler. Binâenâleyh tasarrufları hem surete ve hem de mânâ âlemine ait olur” diye buyurur.
‘Hiç şüphe yok ki işler, görüşlerin feridir. Şu hâlde insan, ancak gözbebeğinden ibârettir.’
Hazreti Şems-i Tebrizî, selâm olsun üzerine, “Hikmet ehli bilginlere göre küçük âlem, insanın yaratılışında gizlidir. Büyük âlem de, bu bizi çevreleyen âlemdir. Peygamberlere göre de, dıştaki bu âlem, küçük âlemdir. Büyük âlem, insanoğlunda gizlidir. Şu hâlde sen de bu âlemden, insanlık âleminden bir örneksin” der ve yine şöyle buyurur, “Hakk’ın çehresi, onu arayanlar için insanlık ışığıdır, işte bunlar gelirler, gelirler, yalnız kendilerini görürler, ne oluyor diye merak ederler. Kendilerine bakarlar, bir kul’dan bakarlar…”
İki cihanın Kutbu olan insan-ı kâmil, insanların gözbebeğidir ve onu aramak, bulmak gerektir. Selâm üzerine olsun, Mevlâna’nın buyurduğu gibi, “O, arslandır, işi gücü avlanmaktır… O, akla benzer, halksa uzuvlarıdır. Kutub, kendi çevresinde döner dolaşır, göklerse onun çevresinde… İnsanların gözbebeği olan insanı ara, insanların gözbebeği olan insanı, insanların gözbebeğini!..”
“Allah’ın sevdiği kulunun gözü, Allah’ın gözü demektir. İşte aşıkları ağlatan, o gözün esas sahibidir” der Hasan Dede, selâm olsun üzerine, ve şöyle devam eder: “Bizler burada sizlerin hep gözlerinizi açmaya daha da uyanık olmanıza çalışıyoruz. Gözlerinizi açın ki daha iyi görün, kulaklarınızı açın ki daha güzel işitin. Çünkü biz Güneş’in evlâtlarıyız ve hepinizin birer Güneş olmanızı istiyoruz… Bakın bir damla nur var gözbebeğimizde, o siyah gözbebeği, ne kadar uzaklara ışık veriyor. Düşünmemiz lâzım, Yaratıcının her zerresi ışık, O’ndan hiçbir şey gizlenemiyor. İşte Hüdâvendigâr Mevlâna bir evlâdına buyuruyor: ‘Evlâdım, benim sözlerime kulak ver ve beni iyi dinle.’ ‘Buyrun Efendi Hazretleri…’ ‘Çalış her zerren göz olsun.’ ‘Neden?’ ‘O zaman senden hiçbir şey gizlenemez, her şeyi görürsün… Çalış her zerren kulak olsun.’ ‘Neden?’ ‘Çünkü o zaman her şeyi duyarsın, hiçbir sır senden gizli kalmaz…’
Allah’ı insan dışında aramayın. Allah, insan dışında değildir. Her zerreniz Allah’la diridir. Bizlerin tek arzusu evlâtlarımızı yücelerde görmektir, aşağılarda değil…
Çok çalışmamız, uykudan uyanmamız lazım. Gözler açık ama uyuyoruz. Hazreti Muhammed, Ehlibeyt, Hüdâvendigâr Mevlâna ve bütün Evliyâullah gözümüzü açmaya, bizleri uyandırmaya, aydınlığa sürüklemeye geldiler. Aklını kullanmadan, kör gibi yaşamak bizim suçumuz.”
Ne güzel buyurur Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm üzerine olsun… “Gafiller arasında Allah’ı bilerek zikreden, kuru ağaçlar arasında bulunan yeşil fidana, ölüler arasında canlı olana ve harpte kaçanlar arasında, arslan gibi savaşana benzer.”
‘Nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları şehre getirirler.’
Kasîde:
“Biz yola düştük gittik ama, senin güzelliğinin paha biçilmez hatırasını da yanımıza aldık, götürdük. Seninle buluşmanın, sana kavuşmanın tatlı zevkini, yol azığı olarak bağrımıza bastık, yola onlarla düştük.
Sana da bana da bir buluşma hatırası olsun diye, ayrılıktan ötürü kan ağlayan yaralı gönlü senin evinde bıraktık. Ve senin güzel hayalini yol arkadaşı olarak yanımıza aldık, yola öyle düştük.
Yol arkadaşı olarak yanımıza aldığımız hayaline yalnız biz değil, ay bile kuldur, köledir. Yeni doğmuş aya benzeyen eğri kaşlarının hayali de bizimle beraberdi. Güneşin bile kul olduğu o tatlı gülüşünün hayalini de tatlı, uysal ve güzel olan bütün huylarının şekerliğinden aldık götürdük.
Biz neşe ile, sevinç ile güvercin gibi uçar gidersek, güvercinin yuvasına geri dönüp geldiği gibi, biz de döner yine sana geliriz. Çünkü, biz o kanatları, senin kanatlarından elde ettik.
Fer’ler, cüz’ler nereden uçarsa uçsun, yine döner aslına gelirler. Bizse varımız, yoğumuz nemiz varsa hepsini senin büyüklüğünden, lütfundan, ihsânından elde etmiştik.
Ey Tebrizli Şems! Selâmımızı seher rüzgârından duy! İster seher rüzgârı olsun, ister güney rüzgârı olsun, onların hepsini de biz senin rüzgârından elde ettik.”