O adamın kendisini karısına teslim etmesi, kadının istek ve itirâzını Hakk’ın emri bilmesi… Dönen bir şeyi bir döndürenin bulunduğu, her bilene göre aklen sabittir.
Avamdan olan birisinin ölüm anında avamlıktan pişman olması gibi o bedevî de söylediğine pişman oldu.
“Canımın canına nasıl oldu da düşman kesildim; canımın başına nasıl oldu da tekmeler savurdum?” dedi.
2435. Aklımız baştan ayağa fark etmesin diye kazâ geldi mi, gözümüzü örtüyor.
Kazâ geçince, insan kendisini yemeye başlar. Perdesi yırtılan, sırrı meydana çıkan, yakasını yırtar.
Bedevî dedi ki: “Ey kadın, pişman oluyorum. Kâfir olmuşsam bile Müslüman olmaktayım.
Sana karşı suçluyum bana acı; beni kökümden, dibimden kâmilen söküp atma!”
İhtiyar kâfir, pişman olursa özür getirmeye başlar ve Müslüman olur.
2440. Tanrı tapusu, rahmet ve keremlerle dopdoludur. Varlık da ona âşık yokluk da.
Küfür de ululuk sahibi Tanrı’ya âşıktır, iman da; bakır da o kimyânın kuludur, gümüş de!
İmam Ali Efendimiz, selâm olsun üzerine, buyurur ki: “Kazâ geldiği vakit göz kör olur.”
Hasan Dede, selâm üzerine olsun, takdîr-i ilâhîden misâl vererek şöyle söyler: “Cenâb-ı Allah, bir şey takdîr etti mi, o yerine gelir ama tedbîrde kusur etmemek lâzım. Tedbîrde kusur edersen, başına bir kazâ gelebilir.
Hazreti Ali’ye sormuşlar: ‘Dünyada senden yiğit var mı?’
‘Var’ demiş, ‘Ayakkabısını silkelemden giyen, evinin kapısını kilitlemeden uyuyan, köprünün ayaklarına bakmadan atla geçen, benden yiğittir.’
O devirlerde binalar tek katlıymış ve çok akrep bulunurmuş. Sabah ayakkabısını silkelemeden giymişse, içinde akrep varsa, sokar öldürür. Kapısını kilitlememişse, evine hırsız girip başına bir taşla vurursa, bi gayri hak gider. Yine köprünün ayaklarını kontrol etmeden atla geçmişse, eğer köprü onu zor taşıyacak durumdaysa ve bir de atla geçmeye kalkmışsa, kazâya atla gider. Bu yüzden tedbîr şarttır.
Diğer taraftan, tedbîrini bozacak takdîr-i ilâhî var ya, o Allah ne işlerse, o tedbîr işinde de güzel işler. Allah’ın çirkin işi yoktur.
Yunus’un dediği gibi, ‘Deme bu niçin böyle, o yerindedir öyle.’ Birinin başına çirkin bir şey gelirse onu Allah’tan değil, kendi nefsinden bilsin. Allah bütün kötülüklerden münezzehtir. Bunu sık sık söylüyoruz, Allah belâ vermez. Kişi çirkin işlerde bulunur, büyüklerin sözünü dinlemezse, başına kazâ, belâ gelir, kişi belâya kendi gider. İnsanlar, tecrübe sahiplerinin sözlerini dinlerlerse kazanca giderler.”
“Bunca lütuflar neden ötürüdür? Allah dostlarına ulaşma için” diye seslenir Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine ve şöyle devam eder: “Kötülükten pişman olup da, ‘Allah!’ diye yalvarınca, seni o çeker, belâlardan kurtarır… Suçtan korkuyorsun, candan perişan oluyorsun da o lâhzada seninle beraber olan korkutanı neden görmüyorsun? Eğer gözünü o bağladıysa sen onun elinde bir zar gibisin; bazen yerde yuvarlar, bazen havaya fırlatır; bazen tabîatine, altın ve gümüş sevdâsına kor, bazen de canına Cenâb-ı Mustafa’nın hayali nurunu bağışlar. Hâsılı o taraf hoşlar tarafına çeker, bu taraf hoş olmayanlar tarafına çeker; böylelikle gemi, bu girdapları ya geçer yahut da parçalanır.”
Kasîde:
“Ey iki gözüm; gündüz oldu! Penceremden bak; güneşin aslı sensin! Mâdemki geldin, günümüzü seher vakti yap!
Aradıklarını bul, istediklerini meydana çıkar; sen, aşağı yukarı bütün varlıklardan münezzehsin! Şu eskimiş, harâb olmuş dünya evinin altını üstüne getir!
Çünkü âlem, tamamiyle yoktur; var gibi görünen bir yokluktur! Bir an içinde onu, ‘kün’ emriyle var et! Dünya, zehirli bir yılandır; sen, onun zehirini şeker hâline getir!
Nerede kuru, çorak bir yer görürsen, orada çeşmeler akıt, orayı yeşert; nerede bir taş görürsen, onu nurunla mücevher yap!
Âşığın arkasında bir düşman görürsen, ona bir sille vur, onu yok et!
Ne zamana kadar; ‘Onlar kördür, görmezler!’ diye özür dileyeceksin? Onların kör olmamalarını istiyorsan, gözlerine bir görüş ver!
Gözlerinde perde olmamasını istiyorsan, emret ki, perdeler kaldırılsın, körlükten kurtulsunlar!”