MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CLXXI

“Vasf-ı lîsan seninledir, vasfedemem gönül seni. Nutk-ı beyân seninledir, vasfedemem gönül seni. Asl-ı cihansın ey gönül, vasla mekânsın ey gönül. Kevn ü mekân seninledir, vasfedemem gönül seni.” İbrahim Hakkı Erzurumî

2205. Çalgıcının gönlüne öyle bir hayret geldi ki yerden de dışarda kaldı, gökten de.

Ona, arayıp tarama hudûdu ardında öyle bir arayıcılık düştü ki ben bilmiyorum; sen biliyorsan söyle!

Hâlden de öte, kâlden de ileri şöyle bir hâle, öyle bir kâle erişti; ululuk sahibi Tanrı’nın cemâline dalıp kaldı.

Ama tek bir kurtuluş imkânı bulunsun… Yâhut denizden başka onu tanıyan, gören olsun… Hayır, bu çeşit dalış değil.

Bu sözler, her ân zuhûra gelmeseydi, durmadan zuhûr ediş, bu sözlerin söylenmesine sebep olmasaydı aklıcüzî, külle ait sözler söylemezdi.

2210. Fakat birbiri ardınca durmadan zuhûr ettikçe zuhûr ediyor. Bundan dolayı da denizin dalgaları buraya dek gelip vuruyordu.

İhtiyar çalgıcının hikâyesi buraya varınca ihtiyar da yüzünü perde ardına çekti, ahvâli de.

İhtiyar, eteğini dedikodudan silkti; ona ait bizim ağzımızda ancak yarım bir söz kaldı.

Bu ayş ü işreti düzüp koşma uğrunda yüzbinlerce can fedâ edilse değer.

Can ormanındaki avcılıkta doğan ol; cihanın güneşi gibi canla oyna!

2215. Yüce güneş, can veregelmiştir; her nefeste boşaldıkça doldururlar.

Ey mânevî güneş, can ver de eski cihana yenilik göster.

İnsanın vücuduna da akıl ve ruh, gayb âleminden akar su gibi gelmekte.

Kur’ân-ı Kerîm’de, Bakara sûresinin 105. âyetinde, “Allah, rahmetini dilediğine tahsîs eder. Allah, çok büyük lütuf ve ihsân sahibidir” diye buyrulur.

“Her şeyin başı aşktır” der Hasan Dede, selâm olsun üzerine, ve şöyle devam eder: “Aşk, bütün zekâlardan üstündür. Akıl orada şaşkına döner. O âlemin sultanı aşktır. Akıl aşkı anlayamaz. Aşk, târifi mümkün olmayan bir zevktir. Aşktan başka her şey Allah’ın sıfatı, ancak aşk, Allah’ın zât’ıdır. Aşkın ne olduğunu bilmeyenler, âşıka deli derler. Aşkın mâhiyeti, hep yokluktur. Yokluk tecellî edince, görgü değişir, duygu değişir.

Hakk aşıklarının hâlleri meczupları andırır, çünkü o ilâhî aşk şarabının küpünden sarhoş bir hâle gelmiştir. Âşık, her an sevgilisi ile râbıtadır, onun aşkıyla kendinden geçmiştir. Âşık olan kişinin hâli, davranışı farklıdır. Âşık olan kişide Hakk’ın nefesleri zuhûr eder.”

Nitekim şöyle buyurur Yüce Pîr Mevlâna, selâm üzerine olsun… “Ben söylemiyorum. Fakat Hakk’ın, ‘Nahnu nefahnâ – Biz üfledik’ nefesi, içimde üflüyor da iniltilerim, tâ Süreyyâ’ya kadar çıkıyor… Bu tenimin kamışını, azîz ve yüce Tanrı, yokluk kamışlığından kesti, yonttu, ney yapıp üfledi… Gönül, baştan başa ney idi. Cihan, baştan başa başka şey. Gönül, aşkın dudağından şekerler emdi. Onun nefesiyle dolunca ve onun iki dudağından mest olunca, heyecanlandı; sevinç içinde mestâne, ‘Âlâ.. Âlâ…’ diye bağırdı…”

Şiir:

“Hilkatin cilvesi aşk zuhûr etti, 

Aşkın dışında kalan her şey fâsid oldu. 

Aşk sıfatını bu âlemde giymeyen her varlık mahluktur, 

Aşk tümdür, ondan gayri her şey mahvolur. 

Aşk ne ilk, ne de sondur,

Aşk sonsuzluk vahdetidir, 

Aşkın ne sûreti ne de sîreti vardır, 

Aşk her vasfın üstündedir. 

Aşkın nâz ve cilvelerinden mâşukluk zuhûr etti. 

Aşk kadeh suretinde göründü, 

Şarap hâlinde dem oldu. 

Her kim o surette demi gördü, aslına vasıl oldu,

Görmeyen tümüyle yok oldu, 

Her şey aslına rücû etti. 

Aşkı, aşktan başka hiçbir şey tefsîr edemez. 

Aşkın sırrına ermeyen, mâşukun hakîkatini göremez. 

Aşk, ânbeân yanmaktır. 

Aşk göründü, padişahlık yapan akıl kul oldu. 

Aşk hem yaratan hem yaratılandır, 

Aşk hem er, hem erendir. 

Aşk Ali’nin Muhammed’de görünen sıfatıdır. 

Aşk hem nâz hem niyâzdır. 

Aşk hem dem hem vuslattır. 

Aşk hem çekirdek hem meyvadır. 

Aşk her ân doğmaktır. 

Aşk kalemsiz hitâpsız, 

Doğrudan doğruya ilâhî Kitab’tır. 

Aşkı olmayanın ne dini vardır, ne de imanı…”