“Tebrizli Şems muma benzer. Fakat bütün mumlar onun pervânesi olmuşlardır. Çünkü onun gönlünün içinde bambaşka bir âlem vardır.” Mevlâna
Çalgıcı, bir su kuşuydu; bu âlem de bir bal denizi, bu bal Eyyub Peygamber’in içtiği ve yıkandığı pınardı.
Eyyub, o pınarda yıkanarak tepeden tırnağa kadar doğu nuru gibi bütün hastalıklardan arındı, pîr ü pak oldu.
Mesnevî, hacim bakımından felekler kadar bile olsa yine bu âlemin, küçük bir cüzünü ihâta edemezdi.
2095. Hâlbuki çok geniş olan o yerler ve gök, darlıktan gönlümü paramparça etti.
Bu bir âlemdir ki bana rüyâda göründü; açıklığıyla kolumu, kanadımı açtı.
Bu âlemle, bu âlemin yolu meydanda olsaydı, dünyada pek az kimse, ancak bir lâhzacık kalırdı.
İhtiyar çalgıcıya “Burada kalmaya tamâh etme, mâdemki ayağından diken çıkmıştır, haydi git” diye emir gelmekte,
Canı ise orada, Tanrı’nın rahmet ve ihsânı meydanında “Durakla, bekle” demekteydi.
Kur’ân-ı Kerîm’de, Sâd sûresinin 42. âyetinde şöyle buyrulur: “Ayağın ile yere vur, işte bu, sana yıkanacak ve içilecek serin sudur.”
Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, bizlere şöyle seslenir: “Halk, savaş safında Allah için canları ile oynar. Birisi Eyyub gibi belâlara düşer, öbürü Yakub gibi sabreder. Yüzbinlerce susuz ve muhtaç kişi, Allah için tamâha düşer, çalışır durur. Ben de suçları yarlıgayan, örten Allah için bu kapıdan sahur davulu çalıyorum, benim de ümidim onda.”
Hakk yolunda yürüyen yolcu, bu yolda başına gelen sıkıntılara, belâlara tahammül eder, sabır ve teslîmiyet gösterirse; Hazreti Pîr’in buyurduğu üzere, sadece Allah’a tamâh eder ve azîmle yoluna devam ederse, sonunda Allah’ın güzellikleriyle dolu olan inâyet pınarına varır, o pınarda yıkanır ve pîr ü pak olur.
‘Eyyub, o pınarda yıkanarak tepeden tırnağa kadar doğu nuru gibi bütün hastalıklardan arındı, pîr ü pak oldu.’
Hazreti Pîr, gönlün hâkikatte çok geniş olduğunu bir beyitinde şöyle dile getirir: “Dünya meselelerine dalıp daralan gönül gerçek gönül değildir! Çünkü gönül pek geniştir. Onun ucu bucağı yoktur!”
Cenâb-ı Allah, selâm üzerine olsun, Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden şöyle buyurur: “De ki: Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Bu dünyada iyi şeyler için gayret edenleri güzel bir son beklemektedir. Allah’ın arzı geniştir ve elbette sıkıntılara göğüs gerenlere mükâfatları hesapsız verilecektir!”
Bir şiirinde, “Önce gelin burada, bir kez soyunun arının. Sonra düşün yoluna, Hazreti Mevlâna’nın” diye seslenen, gönüllerin aydınlığı Hasan Dede, selâm olsun üzerine, bakın ne güzel söyler: “Gönül sunulmadığı zaman beden kapısı açılmaz ve güzellikler o bedene yansıma yapmaz. Ne zaman gönül sunulursa, o zaman o kapı açılır, gönül verilen yer o kapıdan girer, vücutta varlığını gösterir, işte o zaman insan huzur içinde olur.
Halk arasında, ‘Gönül gözünün kapalı olması’ diye bir tâbir vardır. Bu çok doğru bir sözdür. Neden? Çünkü o gönülde konuk olan dünyadır. Eğer insan dünya ehliyse, o kişinin gönül gözü kördür. Ama sıdk-ı bütün bir imanla, iman ettiği yerde yokluğa bürünürse insan ve gönlünde en güzel yeri O’na verirse, işte o zaman o kişinin gözlerinden seyreden iman ettiği yer olur ve dünya o kişinin gözünde basit bir varlık hâline gelir. Ve artık insan o Sevgili’den bir an dahî olsun ayrılmak istemez.”
Kasîde:
“Yeni bir iş yapmaya başlasam; bana emir veren, yaptırtan odur. Ben gönül aramaya kalkışsam, benim gönlümü alan dilber odur.
Ben barış arasam, bana barış sağlayan odur. Savaşa girişsem, düşmanı öldürmek için hançerim o olur.
Eğlenmek için aşıklar meclisine gitsem, mecliste o bana şarap olur, meze olur. Gül bahçesine gitsem, o bana yasemin olur.
Bir maden ocağına insem, o madeni baştan başa akîk hâline getirir, akîk olarak karşıma çıkar, denize girsem, denizin incisi olur, avucuma düşer.
Bir ovaya gitsem, bir bahçe olur gelir beni bulur. Gökyüzüne yükselsem, bu defa bir yıldız olur, karşımda parlar durur.
Başıma gelen bir belâya sabretmek için bir köşeye çekilsem, bana minder olur, üstüne oturtur; gamdan, kederden yanıp yakılsam, beni içine alır, buhûrdanım olur.
Neşe zamanında, âşıklar arasına katılsam, gelir, hem sakî olur, bana şarap sunmaya başlar, hem mutrîb olur, güzel nağmelerle beni büyüler, hem bana şarap sunduğu kadeh olur, şarap içerken kendini bana öptürür.
Uzakta bulunan dostlara mektup yazmak istesem, bana kağıt olur, kalem olur, mürekkep olur.
Ben, uykudan uyanınca, benim aklım olur, düşüncem olur, gelir beni bulur. Uykum gelip de uyusam, bu defa gelir, rüyâma girer.”