“Bahar serinliğini ganîmet bilip istifâde edin. Çünkü o, ağaçlarınıza ne yaparsa bedenlerinize de onu yapar” hadîsinin mânâsı.
Peygamber, “Dostlar, bahar serinliğinden sakın vücudunuzu örtmeyin.
Çünkü bahar rüzgârı, ağaçlara nasıl tesîr ederse sizin hayatınıza da öyle tesîr eder.
Fakat güz serinliğinden kaçının. Çünkü o, bağa ve çubuklara ne yaparsa sizin vücudunuza da onu yapar” dedi.
2045. Bu hadîsi rivâyet edenler, zâhirî mânâsını vermişler ve yalnız zâhirî mânâsıyla kanaat etmişlerdir.
Onların, hâlden haberleri yoktur. Dağı görmüşler de dağdaki mâdeni görmemişlerdir.
Tanrı’ya göre güz, nefs ve hevâdır. Akılla cansa baharın ebedîliğinin ta kendisidir.
Eğer senin gizli ve cüzî bir aklın varsa cihanda bir kâmil akıl sahibini ara!
Senin cüzî aklın, onun küllî aklı yüzünden küllî olur. Çünkü aklı küll, nefse zincir gibidir.
2050. Binâenâleyh hadîsin mânâsı tevîlle şöyle olur: Pak nefesler bahar gibidir, yaprakların ve filizlerin hayatıdır.
Velîlerin sözlerinden, yumuşak olsun, sert olsun, vücudunu örtme, çünkü o sözler, dirinin zâhiridir.
Sıcak da söylese, soğuk da söylese hoş gör ki sıcaktan, soğuktan ve cehennem azâbından kurtulasın.
Onun sıcağı, hayatın ilkbaharıdır. Doğruluğun, yakînin ve kulluğun sermâyesidir.
Çünkü can bahçeleri, onun sözüyle diridir. Gönül denizi, bu cevherlerle doludur.
2055. Eğer gönlün bahçesinden cüzî bir zevk ve hâl eksilse aklı başında olan kişinin gönlünü, binlerce gam kaplar.
Makalât’ta, “Mevlâna’da, ledûn ilminden sözler vardır… Ama benim çocukluğumdan beri Allah ilhâmı olan bir hâlim vardır. Birini sözle terbiye edersem kendi benliğinden kurtulur, daha fazla ilerler” diye buyuran Hazreti Şems, selâm olsun üzerine, Mevlâna’yı sayısız sefer imtihana tutmuştur. Hattâ belki, Mevlâna’nın gönlüne hoş gelmeyecek sözler de sarfetmiştir. Fakat Şems her ne söylerse söylesin, her nasıl söylerse söylesin, Mevlâna, Şems’ten yüz çevirmemiştir ve, “Şems’i niye bu kadar büyütüyorsun, putlaştırıyorsun? Dinde insanı putlaştırma yoktur” dediklerinde Mevlâna, “Şükürler olsun o puta! O put olmasaydı, bu güzelliklere kavuşamazdım. Allah’ın nurunu o putta gördüm” diye cevap vermiştir. Çünkü Mevlâna, Tanrı’yı Şems’de görmüş ve bir an dahî Şems’in dışına çıkmamıştır ve bu yüzden hep korkusuz konuşmuştur.
Hazreti Şems, yine Makalât’ta, kemâl mertebesinin tamamen lütuftan ibâret olmadığını şöyle izâh eder: “Bir alay öğrencilerim vardı, onlara sevgi ve öğüt verme yolu ile ağır sözler söylüyordum. O zaman, biz onun çocuklarıyız, o size sövmüyor, ama belki de sevdalıdır, diyorlardı. Benim de onlara karşı beslediğim sevgi azalıyordu. Çok kuvvetli bir ihtimalle, Allah’ın has kulları onlardı… Bazı şeyler var ki, söyleyemem. Bunların üçte birini söylesem işi büyütür, falan adam hep lütuftur, safî lütuftur, derler. Sanırlar ki, kemâl mertebesi hep lütuf hâlinde olmaktır. Hâlbuki iş öyle değildir. Hep lütuftan ibâret olan kimse eksiktir. Hattâ Allah hakkında da safî lütuftur demek yaraşmaz. Çünkü ondan kahır sıfatını kaldırmış olursun. Belki hem lütuf gerektir hem kahır, işte bu sıfatlar tam yerli yerinde olmalı. Bilgisizler için kahır da, lütuf da lâzımdır. Ancak yersiz, yolsuz olmamalı.”
Mürşid-i kâmillerin, Allah’ın ruhânî hekimleri olduğunu söyleyen Hasan Dede, selâm üzerine olsun, şöyle buyurur: “Mevlana, ‘Hayalî Allah’ı sevmek kolay, Allah’ın elçisini sevmek zordur’ der. Peki elçiyi sevmek neden zor? Çünkü Hakk insan suretine bürünmüş, elçi sıfatına girmiştir. Oradan yüzünü gösterir, senin ne yaptığını görüp ikâz eder. O, ikâz eden Allah’tır, ondan gören Allah’tır. Seni menfaatsiz seven, doğruluğa kavuşturan O’dur. Elçi, tebliğ eder, reçete verir. Tanrı’ya yakın olmak için bunları uygula, der. Onları yapmak kişinin işine gelmediğinden uygulamak istemez, oraya kulak asmaz, nefsini sever, nefsinde yaşar, bu yüzden sonunu getiremez. Ama burası boşluk kabul etmez. Tövbe kapısı, ikrârdan sonra kapanmıştır. Bu ne kadar zahmetli bir yol ise de, bilin ki sonu rahmettir.”
Kasîde:
“Yaşayışın rahatı, huzuru o güzelle beraber bulunmadadır. Ondan ayrı düşersen, o güzel rahatı da, huzuru da alır götürür. Sen de rahattan ve huzurdan ayrı düşersin.
Senin sevgin eteğimi tutmuş da bana diyor ki: ‘Benim bu sevgim, o sevgilinin sevgisinden; aslında bu sevgi benim sevgim değil, gerçek sevgilinin sevgisidir.’ Sana bu sevgiyi lütfettiği için ona şükret!
Yeni yeni ateşlere düşen, yanan yakılan benim, artık o eski dostlarla ne alış verişim var? Gönlüm de sevgilinin canı gibi kararsız bir hâlde feryâd edip duruyor.
Can, aşktan kendisinin de yaralı olduğunu, gönlüne diken battığını bilmez de sevdiği hâlde seni hırpalar, yaralar, onu hoş gör! Çünkü o da bir aşk hastasıdır.
Sen aşk ırmağına dalmışsın, orada bulunan, kendisini göstermeyen gizli bir diken seni yaralamaktadır.
Sen o dikenden kaç, güle git, gül bahçesine git! Gül de, gül bahçesi de Tebrizli Şems’in gönlündedir. Çünkü Tebrizli Şems baştanbaşa bir bahardır.”