MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CLIX

Sıddıkâ’nın -Tanrı ondan razı olsun- “Bugünkü yağmurun sırrı neydi?” diye sorması.

Sıddıkâ’nın aşkı coşup edebe riâyetle Peygamber’e sordu:

“Ey şu varlığın hülâsâsı, vücudun zübdesi! Bugünkü yağmurun hikmeti neydi?

Bu yağmur, rahmet yağmurlarından mıydı, yoksa tehdit için mi yağıyordu, pek yüce, pek azâmetli Tanrı’nın adâletinden miydi?

Bu yağmur, bahara ait lütuflardan mıydı, yoksa âfetlerle dolu güz yağmuru muydu?”

2060. Peygamber dedi ki: “Bu yağmur musîbetler yüzünden insanın gönlüne çöken gamı yatıştırmak için yağıyordu.”

Eğer âdemoğlu, o keder ateşi içinde kalıp duraydı ziyâdesiyle harâb olur, eksikliğe düşerdi.

O anda bu dünya harâb olurdu, insanların içlerinde hırs kalmazdı.

Ey can, bu âlemin direği gaflettir. Akıllılık, uyanıklık, bu dünya için âfettir.

Akıllılık o âlemdendir, gâlib gelirse bu âlem alçalır.

2065. Akıllılık güneştir, hırs ise buzdur. Akıllılık sudur, bu âlem kirdir.

Dünyada hırs ve hased kükremesin diye o âlemden akıllılık, ancak sızar, sızıntı hâlinde gelir.

Gayb âleminden çok sızarsa bu dünyada ne hüner kalır, ne de ayıp.

Bu bahsin sonu yoktur. Başlamış olduğun söze dön, tekrar çalgıcının hikâyesine devam et!

Hasan Dedemiz, selâm olsun üzerine, şöyle bir menkîbe dile getirir:

“Bir gün Hazreti Musa çıkıyor Tûr-i Sînâ’ya, Allah’a niyâz ediyor, ‘Allah’ım sen benim ümmetimin umutlarını al.’ Cenâb-ı Allah, Hazreti Musa’nın bu niyâzını kabul ediyor ve Hazreti Musa ertesi gün uyandığında bir de bakıyor ki, tüm halk mezarlarını kazmışlar, hepsi kendi mezarının başında oturmakta, ölümü beklemekte. Hazreti Musa bunu görünce telaşlanıyor, hemen koşuyor Tûr-i Sînâ’ya, yalvarıyor Allah’a, ‘Allah’ım’ diyor, ‘senden niyâzda bulunmuştum, ümmetimin umutlarını al, demiştim; ama gördüm ki bütün halk umutsuzluk içinde akıllarını kaybetmişler. Hepsi mezarlarını kazmış, mezarları başında oturuyorlar, hiçbiri çalışmıyor, hepsi birân evvel sana gelmek için ölümü bekliyorlar. İyisi mi sen tekrar ümmetimin umutlarını geri ver.’

Ertesi sabah Hazreti Musa uyandığında görüyor ki, bütün halk tekrar işe güce koyulmuş, hepsi bir umut peşine düşmüş. Musa bunu görünce rahatlıyor, ‘Allah’ım’ diyor, ‘senin her işin yerli yerindedir.’”

‘Ey can, bu âlemin direği gaflettir. Akıllılık, uyanıklık, bu dünya için âfettir.’

Aslında dinimizde her şeyin ortasını bulmak daha makbûldür. Zîrâ çalışmak da ibâdetten sayılır, çünkü çalışan insanın hem kendisine hem de çevresine faydası dokunur. Önemli olan, bizlere bahşedilmiş olan ömrümüzde, dünya üzerinde yürürken, dünyayı gönüle koymamaktır. Asıl gaflet insanın kendi içindeki kudretten, yâni içindeki Rabbinden haberdâr olmamasıdır. 

Yine Hasan Dede’den bir menkîbe dile getireyim:

“Hasan-ı Basrî, çok çalışkan. Hep Peygamber Efendimizin meclisinde bulunuyor. Kardeşi ise beş vakit namazla meşgul oluyor, çalışmıyor. Hasan-ı Basrî hem kardeşine bakıyor, hem kardeşinin çocuklarına bakıyor ve çok da üstü başı temiz geliyor meclise. 

Hazreti Ali Efendimizle de çok dostlukları vardı. Tasavvufun Pîri Hazreti Ali Efendimizdir, Hasan-ı Basrî de ikinci Pîr sayılır.

Hasan-ı Basrî düşünmüş taşınmış, ben çalışıyorum bu kadar demiş, ölüm var, ölüp gideceğim, hayatım hep dünyalıkla geçiyor, âhireti kaybedeceğim. Ben de bırakayım işi, kardeşimin havasına gireyim, beş vakit namaz kılayım. Başlamış bütün gününü ibâdetle geçirmeye. 

İyi ama, şimdi kardeşini de aç bırakıyor, çalışmıyor ya gönderemiyor dünyalık oraya. Sonra geliyor meclise, üstü başı tozlu, eski.

Hazreti Resulallah soruyor, ‘Hasan-ı Basrî, bu hâlin nedir?’

‘Düşündüm taşındım kardeşimi daha haklı gördüm, bıraktım işi, ibâdetle meşgul oluyorum yâ Resulallah.’

Peygamber Efendimiz, ‘Derhâl’ diyor, ‘işine sarıl, ibâdetle uğraşma. Senin işin, çalışman da ibâdet sayılır, çünkü senin kazancından çok kişi faydalanıyor. O faydalanan kişiler daima sana Allah’tan rıza kılıyorlar.’

Hazreti Resulallah Efendimiz, Hasan-ı Basrî’yi böyle tekrar işe yönlendirmiştir. Çünkü çalışmak her şeyin üstündedir, her şeyin üstünde. Eğer çalışmak her şeyin üstünde olmasaydı, Peygamber Efendimizin bir adı da Muhammed Cabbar olmazdı. Cabbar ne demektir? Çalışkan…

Elin dünyada olacak, ama dünyayı gönlüne koymacaksın. Kazandıklarınla da yine insanlara hizmete çıkacaksın. Çünkü Hazreti Muhammed Efendimizin ahlâkı ile ahlâklanmak bunu gerektirir. O demiştir: ‘Benim dinim ahlâktır. Bir insan hiçbir ilme sahip olmasa bile, insan toplumu için yararlı fikirler üretirse, bu kişi ahlâk sahibidir, bendendir. Bir kişi de ne kadar bilgi sahibi olursa olsun insanlığı ikiliğe, fesada, kavgaya sürüklerse, o benden değildir…’ 

İnsan, bu âlemde Allah’ın halîfesidir. Allah, insana bu kadar güzellikler verdi, hatta kendisini de verdi. Dünyayı insanın ayakları altına serdi. O hâlde bizlerin vazîfesi Hakk’a lâyık bir yaşam sürmeye gayret ederek, Hazreti Muhammed’in ahlâkıyla ahlâklanmak olmalıdır.”

Kasîde:

“Neşeyle sözleştik, neşe benim olacaktır. Sevgiliyle sözleştik, sevgili de benim olacaktır. 

Padişah bana, kendi eliyle yazılmış bir fermân verdi. Baht baht oldukça, taht da taht oldukça o benim padişahım olacak. 

Ayık da olsam, mest de olsam, ondan başkası benim elimden tutmayacaktır. Ben, kazayla elimi yaralarsam, ancak o bana dermân olacaktır. 

Kederin, düşüncenin haddine mi düşmüştür ki, benim şehrimin çevresinde dönüp dolaşsın; hakanım o oldukça kim benim mülkümü, saltanâtımı elimden almaya kalkışır. 

Ayın cübbesini yırtarım, padişahın kadehini dökerim, yırtıp döktüğümü bana ödetmeye kalkışırsa, o benim yerime öder. 

Ne sevinilecek şeydir ki, o her yerde hazır ve nâzırdır. Güzel koruyucudur, hoş yardım edicidir. Yarattığı şeylerde, delil olarak kendi varlığını, birliğini, gücünü, kudretini, sanatını gösterdikçe, ben onu inkâr edenleri kolaylıkla yola getiririm. 

Dünyada bir can vardır ki, o şekle bürünmekten utanmada, çekinmededir. Ama insan şekline bürünmede, benim insanım olmada, benim tanıdığım ilâhî sanatlara hâiz ‘insan-ı kâmil’ şekline bürünmede.”