MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CCXXVII

Pîr kimdir? Pîrin sıfatları.

Ey Hakk nûru Hüsâmeddin! Bir iki kâğıdı fazla al da Pîrin sıfatlarını anlatayım.

2930. Gerçi vücudun nazik ve çok zayıf, fakat sensiz cihanın işi yoluna girmiyor.

Gerçi ışık (gibi nûrlu, lâtif) ve sırça (gibi ince ve nazik) oldun. Fakat gönül ehlinin başısın, onlara muktedâsın.

Mademki ipin ucu senin elindedir, senin isteğine tâbîdir; gönül gerdanlığının incileri de senin ihsânındır.

Yol bilen Pîrin ahvâlini yaz; Pîri seç, onu yolun ta kendisi bil.

Pîr, yaz mevsimidir; halk ise güz mevsimi… Halk, geceye benzer, Pîr aya…

2935. Genç ve ter ü taze talihe Pîr adını taktım. Fakat o, halk tarafından Pîr olmuştur, günlerin geçmesiyle değil.

O öyle bir Pîrdir ki ibtidâsı yoktur, ezelîdir. Öyle tek ve eşsiz inciye eş yoktur.

Eski şarap esasen kuvvetlidir, hele “Min ledün” şarabı olursa…

Pîri bul ki bu yolculuk, Pîrsiz pek tehlikeli, pek korkuludur, âfetlerle doludur.

Bildiğin ve defalarca gittiğin yolda bile kılavuz olmazsa şaşırırsın.

2940. Kendine gel! Hiç görmediğin o yola yalnız gitme, sakın yol göstericiden baş çevirme!

Ey nobrân! Pîrin gölgesi olmazsa gûlyabanînin sesi, seni sersemleştirir, yolunu şaşırtır.

Gûlyabanî, sana sana zarar verir, yolundan alıkoyar. Bu yolda nice senden daha dahi kişiler kaybolup gittiler.

Yolcuların yollarını şaşırdıklarını, kötü rûhlu İblis’in onlara neler yaptığını Kur’ân’dan işit!

Onları ana yoldan yüz binlerce yıl uzak olan yola götürdü, felâkete uğrattı, çırçıplak bıraktı.

2945. Onların kemiklerine, kıllarına (onlardan kalan eserlere) bak da ibret al; eşeğini onların yoluna sürme.

Eşeğin başını çek, onu yola sok, doğru yolu bilen ve görenlerin yoluna sür.

Onu boş bırakma, yularını tut; çünkü o, yeşilliğe gitmeyi sever. Gaflet edip de bir ân boş bıraktın mı çayırlara doğru fersahlarca yol alır.

Eşek yol düşmanıdır, yeşillik görünce sarhoş olur. Onun yüzünden nice ona kul olanlar telef olup gitmişlerdir.

Eğer yol bilmezsen eşeğin dileğine aykırı hareket et; doğru yol, o aykırı yoldur.

2950. Kadınlarla meşverette bulunun, ne derlerse aksini yapın. Şüphe yok ki onlara aykırı hareket etmeyen helâk oldular.

Hevâ hevesle, nefsin isteğiyle az dost ol. Çünkü seni Tanrı yolundan çıkaran, yolunu şaşırtan, hevâ ve hevestir.

Cihanda bu hevâ ve hevesi, yoldaşların gölgesini kırıp öldürdüğü gibi hiçbir şey kıramaz, yok edemez.

Yüce Pîr Mevlâna’nın bu bölümün ilk beyitlerinde beyân ettiği cihetle, Mesnevî’yi kaleme alan, Mevlâna’nın kendisine “Rûhumun mertebesi, Hakk ziyâsı, gözümün nûru” diye hitâb ettiği ve çok değer verdiği dervişi Çelebi Hüsâmeddin’dir.

Çelebi Hüsâmeddin Hazretlerinin, belli ki, riyâzat ve mücâhede ile bedeni zayıf düşmüş, fakat diğer yandan rûhen âdetâ bir güneş gibi parlamaktadır. Bu sebeple Hazreti Pîr, “Mademki ipin ucu senin elindedir, senin isteğine tâbîdir; gönül gerdanlığının incileri de senin ihsânındır” diyerek Mesnevî’nin yazılmasına devam etmesini istiyor ve Pîrin ahvâlini anlatmaya koyuluyor.

Pîr, yani mürşid-i kâmil, yaz mevsimi gibidir, halk ise güz mevsimi gibi; halk geceye benzer, mürşid-i kâmil aya.

Hazreti Mevlâna, sonraki beyitte, “Genç ve ter ü taze talihe Pîr adını taktım” diyor; yani genç ve ter ü taze talihten maksat mürşid-i kâmilin rûhu ve hakîkatidir ki, zaman ve mekâna tâbî olmaksızın ezelî ezelîden Hakk cihetinden kemâlat bulmuştur. Mürşid-i kâmil, hakîkat-i Muhammedîye’dir ve hakîkat-i Muhammedîye’nin ibtidâsı, yani bir başlangıcı yoktur. O, öyle nâdir bir incidir ki, onun şerîki (ortağı) ve nâziri (eşi, benzeri) yoktur.

Nitekim, Yüce Pîr Muhammed Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr’indeki bir kasîdesinde kendi kutbîyetini ifşâ ederek şöyle buyurur:

“Hazineyi açtılar, hepiniz elbiseler giyin. Mustafa yine geldi iman edin.” 

Ve bir başka beyitinde de şöyle seslenir bizlere…

“İlâhî, benim aşkım ayân-ı sâbite mertebesinden beri kemâline idi. Ne gökyüzü, ne de yeryüzü vardı. Benim talebimi işitir idin. Ne bir güneş vardı, ne de bir ay! Ne bir baş ve ne de bir külâh var idi ki, sen beni aşkın için seçilmişler içinden seçtin.”

Hazreti Pîr Mevlâna, sonraki beyitlerinde, bizlere nasihat ediyor ve insanın yolculuğu esnasında bir Pîre, yani bir mürşid-i kâmile intisâb etmesi gerektiğini söylüyor ki, o mürşid-i kâmil onu bu yolun tuzaklarından korusun, yani yolcunun aklını büyütsün, böylece kemâlata ersin, kimliğine vâkıf olsun ve kâmil bir insan olsun. Zîrâ bu yolda korkular, birçok âfetler ve türlü türlü tehlikeler vardır.

Çünkü, “Ey nobrân! Pîrin gölgesi olmazsa gûlyabanînin sesi, seni sersemleştirir, yolunu şaşırtır. Gûlyabanî, sana sana zarar verir, yolundan alıkoyar. Bu yolda nice senden daha dâhî kişiler kaybolup gittiler.”

Kur’ân-ı Kerîm’de, Nâs sûresinin 5. âyetinde buyrulduğu üzere, gûlyabanî, “İnsanların sâdırlarına vesvese sokar.”

İnsanın nefsi, kendinin düşmanıdır; öyle ki Hazreti Pîr burada nefsi, eşek sıfatında tâbir eder ve, “Eşek yol düşmanıdır, yeşillik görünce sarhoş olur. Onun yüzünden nice ona kul olanlar telef olup gitmişlerdir” diye buyururarak, Kur’ân-ı Kerîm’deki, “Ey Peygamberim de ki: Yeryüzünde dolaşın da bakın o Peygamberlere yalancı diyenlerin akîbeti nasıl olmuş, görün!” (Enâm, 11) âyetine işâret eder.

“Hevâ hevesle, nefsin isteğiyle az dost ol. Çünkü seni Tanrı yolundan çıkaran, yolunu şaşırtan, hevâ ve hevestir” beyitinde ise;

“Eğer yeryüzünde bulunan insanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna tâbî olurlar ve onlar sadece yalan söylerler.” (Enâm, 116) âyetine ve;

“Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümrân kıldık, o hâlde insanlar arasında adâletle hükmet, hevâ ve hevese uyma yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah’ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azâb vardır.” (Sâd, 26)

âyetine işâret edilmektedir.

Kasîde:

“Eğer sen güneşten yararlanmak istiyorsan, geceleri ay ışığını arzu ediyor isen, işte doğudan güneşi gönderen, geceleri ayı göklerde dolaştıranı anla!

Eğer sen ibâdet etmek için seher vaktini düşünüyorsan, sabahı arzu ediyorsan, onları sana lütfedeni tefekkür et; gönlün, minnet ve şükrân hisleri ile dolsun!

Ey Ken’an diyârının Yusuf’u, ey Süleyman’ın canı! Eğer sen taç ve kemer istiyorsan, işte sana bir taç ve kemer bağışlayan eşsiz varlık!..

Ey gâzâ safının Hamza’sı, ey savaşların Rüstem’i! Eğer kılıç ve kalkan istiyorsan, işte sana bir kılıç ve kalkan ihsân eden!..

Ey gül koklayan bülbül, ey hoş konuşan dudu kuşu! Eğer tat ve şeker istiyorsan, işte sana tat ve şeker veren!..

Ey aklın ve zekânın düşmanı, ey âşık öldüren âşık! Eğer kulak ve göz istiyorsan, işte onları sana lütfeden varlık!..

Ey kinle dolu şeytan, ey insanın en eski düşmanı! Eğer sen fitne ve şer istiyorsan, işte sana ilâhî adâleti yerine getirmek için insanların başına fitne ve şer yağdıran!..

Sus; o kadar söylenme! Kalk, yola düş! Eğer yol arkadaşı istiyor isen, işte sana yol arkadaşı yollayan!..

Ey Tebrizli Şemsülhakk! Güzelliğinizden ve gönül alıcı oluşunuzdan ötürü, dertli bir âşık arzu ediyor isen, işte sana dertli bir âşık!..”