MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CCIII

Arap’la eşine ait hikâyenin sonu.

Bir muhlîsin (Çelebi Hüsâmeddin’in) gönlü, o erkekle kadının hikâyesinin neticesini istemekte.

Erkekle kadının hikâyesi, bir masaldan ibâret… Fakat onu nefsinle aklının misâli bil.

Bu kadınla erkek nefsle akıldır. İyi kişiye de mutlaka lâzımdır, kötü kişiye de.

2615. Bu ikisi, şu toprak yurtta esir ve mahpusturlar. Gece gündüz savaşta macera içinde.

Kadın, durmadan evin ihtiyaçlarını ister, evin şerefini, yâni eve lâzım olan ekmeği, yüceliği, hürmeti diler durur.

Nefs, kadın gibi her işe bir çâre bulmak üzere gâh toprağa döşenir, tevâzu gösterir; gâh ululuk diler yücelir.

Aklınsa, bu düşüncelerden zâten haberi yoktur. Fikrinde Tanrı gamından başka bir şey yoktur.

Hikâyenin içyüzü, bu tane ve tuzaktır, nefsle akıl arasındaki maceradır, fakat sen dış yüzünün tamamını dinle.

2620. Eğer yalnız mânâya ait anlatış kifâyet etseydi âlem halkı, tamamiyle işten güçten kalır, âlemin nizâmı bozulur giderdi.

Sevgi, düşünce ve mânâdan ibâret olsaydı senin oruç ve namazının zâhirî suretleri de kalmaz, yok olurdu.

Dostların birbirlerine armağan sunmaları, dostluğa nazâran ancak görünüşe ait şeylerdir.

Fakat bu suretle o armağanlar, gönüllerde gizli bulunan sevgilere şehâdet eder.

Çünkü ey ulu kişi, zâhirî iyilikler gizli sevgilere şahittir.

2625. Şahidin de bazen doğrucu, bazen yalancı olur. Sarhoşluk, bazen şaraptan olur, bazen de ayrandan!

Ayran içen de kendisini sarhoş gösterebilir. Gürültü eder, sarhoş görünür.

O mürâî de, kendisini muhabbet sarhoşu sansınlar diye oruçlu görünür, namaz kılar.

Surete ait işlerden meydana gelen şey bambaşkadır. Fakat gönülde gizli olan şeye alâmettir.

Hasan Dede, selâm olsun üzerine, buyurur ki: “Müslüman’ın içi de, dışı da temiz olacak. Yalnız bir lâfla, yâni şehâdet getirmekle Müslüman olunmaz. Nefsini yenmeyi başaramazsan, gece gün zikir yapıp ibâdetle uğraşsan ancak kendini kandırmış olursun, Allah kanmaz. Misâl olarak, Kur’ân-ı Kerîm’i de aşksız, sevgisiz okursan, sadece dilde, mânâ yok, anlamıyorsun. Ne oldu? Ne Kur’ân’laşır, ne de Hakk’la Hakk olursun, zikreden de boş, okuyan da boş. Onun için hiçbir yere varamıyorsun. Fakat sevgi olursa, aşk olursa, kişilik gider, oranın güzellikleri kendini gösterir. Her şey sevgi istiyor, aşk istiyor, iman istiyor. İnsanı ‘insan’ yapacak olan o cevher, ancak aşk ve hâldir. Bu aldanma yurdu olan dünyanın kirini ancak aşk yıkar ve temizler.”

Mânâ, suretsiz; suret de mânâsız olmaz; yâni mânâ suret olmadan meydana çıkmaz, suretin de mânâsı olmazsa bir işe yaramaz. Bu âlemde her varlık sevgi sunduğu yere doğru gitmektedir. Misâl olarak, namaz kılmayı seversin, namazın zâhirî suretini yerine getirirsin; fakat namazın sadece suretten ibâretse, mânâsına inmemişsen, bir işe yaramaz. Oruç tutmayı seversin, oruç tutarsın; fakat orucun mânâsını yaşamıyorsan, aç kalmaktan öteye gidemezsin.

Yüce Pîr Mevlâna’nın, selâm olsun üzerine, buyurduğu üzere, “Ayran içen de kendisini sarhoş gösterebilir. Gürültü eder, sarhoş görünür. O mürâî de, kendisini muhabbet sarhoşu sansınlar diye oruçlu görünür, namaz kılar.”

Ne güzel söyler Hasan Dede… “Gönül sunulmadığı zaman beden kapısı açılmaz ve güzellikler o bedene yansıma yapmaz. Ne zaman gönül sunulursa, o zaman o kapı açılır, gönül verilen yer o kapıdan girer, vücutta varlığını gösterir, işte o zaman insan huzur bulur ve her nefeste yine Hakk’a hizmet eder… Aklın sabahına ulaşmak için illâ gönülü bir ‘Gönül’e katmak lâzım. Çünkü mayasız hamurdan ekmek pişirilmez.”

Kasîde:

“Yine Kâf dağından aşk ankâsı geldi. Yine candan aşkın nârâları, hey heyleri yükselmeye başladı. 

Aşk, akıl sandalını aşk denizinde kırmak için timsah gibi yine başını dışarı çıkardı. 

Yokluk temiz gönüllere göğsünü açmıştır. Sen Tûr dağının içinde, aşkın parlak sînesini gör! 

Âşıkların gönül kuşları, yine kanatlarını açtılar. Gönül kafesi içindeki uçsuz bucaksız aşk âleminde uçmaya başladılar. 

Fitne, ayaklanma, karışıklık çıkarma aklın alâmeti idi. Akıl gitti, bir tarafa oturdu. Sen şimdi her tarafta aşkın ayaklanmasını, aşkın fitnelerini gör! 

Akıl bir ateş gördü: İşte bu aşktır, dedi. Hayır! Aşkı akıl göremez, aşkı ancak aşkın uyanık gözü görür. 

Aşk ağızsız, dilsiz, sessiz sedâsız feryâd ederek dedi ki: Ey gönül! Sen yükseklerde uç da, aşkın yüksekliğini gör!”