MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXCII

“Gelenler âsitân-ı evliyâya; bütün dâvetlidir Gâlib safâya. Sakın surette kalma aldanırsın; komazlar, yoksa sen gelmem sanırsın.” Şeyh Gâlib

Sen, define sandığın şey yüzünden, o vehminden defineyi kaybediyorsun.

Sen, vehmi de, tedbirleri, düşünceleri de mamûre bil, mamûr yerlerde define olmaz.

Mamûr yerlerde varlık, didişmek olur. Yok olan, varlıklardan utanır, ârlanır.

Varlık, yokluktan feryâd etmemiştir. Yokluk, o varlığı, kendisinden uzaklaştırmış, gidermiştir.

2475. “Ben, yokluktan kaçıyorum” deme. Hakîkatte o, senden yirmi kere daha fazla kaçmakta!

Görünüşte seni kendisine çağırmaktadır ama içinden seni reddetme sopasıyla sürmektedir.

Bu işler, kovalayanı yanıltmak için ata çakılan ters nallardır. Ey saf kişi! Firavun’un, Musa’dan nefretini, sen, Musa’dan bil!

Eski devirlerde sefere çıkanlar, atlarının nal izlerini kaybetmek ve buna binâyen düşmanlarının takip etmelerini önlemek için, atlara ters nal mıhlarlarmış.

Nitekim, Kur’ân-ı Kerîm’de, “Ey mücrimler, bu günde ayrılın” (Yâsîn, 59) buyrulmaktadır.

İşte, ‘Firavun’un, Musa’dan nefretini, sen, Musa’dan bil!’

Fakat bununla beraber, Hakk’ın yakınlığına lâyık kıldığı kula gelince, onun da vasıflarını, Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, Mecâlis-i Sebâ’da şöyle dile getirir:

“Yüce Hak, bir kulu yakınlık durağına lâyık kıldı mı, ona ebedî lütuf şarabını tattırır; zâhirini de gösterişten, münâfıklıktan arıtır, bâtınını da; kendisinden başkalarının sevgisini gönlüne sokmaz; gizli lütfu gösterir ona. Varlık âleminin hakîkatine ibret gözüyle bakar, yapılıp düzülen sanat eserlerinden, yapıp düzen sanatçıyı görür; takdîr edilmiş olanlardan, takdîr edene ulaşır o kul. Artık yapılıp düzülmüş şeylerden usanır, yapıp düzenle oyalanmaya koyulur; onca dünyanın bir önemi, bir tehlikesi kalmaz; âhiret de aklından geçmez. Gıdası sevgilinin zikri olur; bedeni kulluk edilenin özlemiyle heyecanlanır, o heyecanla nazlanır; canı sevgilinin sevgisiyle yanar, erir; ne çekinmeye gücü kalır, ne itirâza kudreti. Öldü mü de zahirî duyguları, feleğin dönüşünden dışarı çıkar, bütün tabî hareketlerden kalır; ama bütün bu değişiklik görünüştedir; içyüzü, özlemle, sevgiyle dolar. Halk katında ölüdür, Rab katında diridir bunlar. Halkla diridirler, Tanrı katında ölü. 

Buyuruyor ki: Bu kullar âleme rahmettir; belâlar onlarla kalkar; halkın amânıdır onlar; rızık kapısı onların bereketiyle açılır, belâ kapısı onların yüzünden kapanır. Yağmura benzerler onlar; nereye yağarlarsa kutlu olurlar, bereket verirler; yürüyen definedir onlar, yaşayış bağışlarlar; bengisudur onlar. Yağmur yere yağarsa buğday bitirir, nimetler verir, meyveler verir. Denize yağarsa sedefleri incilerle doldurur; inciler, mücevherler meydana getirir. 

Anlamı gerçekleyenlerin, anlamdaki gerçeği anlayanların bazıları derler ki: Bu kuruluktan maksad, insanların cesedleri, bedenleri, suretleridir; erenlerin sohbetlerinin bereketiyle bezenirler; ibâdetler, çekinmeler, yalvarışlar, esirgeyişler, acıyışlar, hayırlar, sadakalar, mescidler, minâreler, ibâdet yurtları, köprüler, tekkeler, konak yerleri ve bunlardan başka daha bu çeşit şeyler, bütün bu görünen hayırlar dünyada, o kulların sohbetinden meydana gelir; bütün bunları halk, onlardan çalmışlardır, onlardan öğrenmişlerdir. Denize yağmaktan maksat, gönülleri diriltmek, gönül gözlerini açmak, gönülleri onların sohbetiyle aydınlatmak, bezemektir; can yeni gelinini bilgi, mârifet, şevk ve zevk mücevherleriyle süslemektir.”

“Tanrı zuhûruna perde kesilen, zâtın zuhûruna perde olan o zuhûru izhâr eden azîzler, 

Kâbe Kavseyn meyhânesindedirler. 

Kimi korkulu bir uğrak olan nefîsleriyle savaşmak uğrağındadır onlar; 

Kimi de sevgiliyi görüp seyrediş meclisindedirler. 

Hepsi de hem şaraptır hem sarhoş; 

Hepsi de hem yoktur; hem var. 

Hepsi de gerçek var olanın yüceliğiyle yok olmuştur; 

Yalvarmayış bayrağı ellerindedir. 

Bedenleri, Âdem’in ermişliğinden beri vardır; 

Adları âlemin sonuna dek var olacaktır. 

Susmaktadırlar; candan da daha gizlidir onlar; 

Yüzleri ekşidir; fakat baldan da daha tatlıdır onlar. 

Yokluk yük yerinde canlarını satmaktadırlar; 

Önüne ön bulunmayış tekkesinde hırka giymişlerdir onlar. 

Hepsi de yokluğa düşüp hayret yüzünden, 

Kendisinden başka tapacak bir mâbud olmayan Allah’ın cemâline karşı yokolup gitmiştir. 

Orda yürüyüp giden bir ışık gördüm; 

Bir âh gibi gökyüzünde koşup duruyordu. 

O ilden boyuna uzaklaşıp durmadaydı; 

Hırkaları ışıklarla dopdolu bir hâlde parlamadaydı. 

Ben de o yola girmek istedim; 

Onlarla yoldaş olmayı arzuladım. 

O hem eğri büğrü, hem dosdoğru safdan bir âşık çıkageldi de,

Yanıma sokuldu; susuyordu ama her sözü yerli yerinde söz de söylüyordu.

Eliyle bana dokundu da dedi ki: 

Sen dur burda; o yer, senin yerin değildir. 

Sen yine câizdir, câiz değildir yanına uç; 

İpin ucu henüz suret elinde çünkü.”