Av hayvanlarının tevekkülü çalışıp kazanmaya tercih etmeleri.
908. Hepsi dediler ki: “Ey hâlden haberdâr hâkim! Çekinmeyi bırak; çekinme, insanı kaderin hükümlerinden kurtaramaz.
909. Kaderden çekinmekte perişanlık ve kötülük vardır, yürü, tevekkül et ki tevekkül, hepsinden iyidir.
910. Ey kötü hiddetli adam! Kaza ile pençeleşme ki kaza da seninle kavgaya tutuşmasın.
911. Tanyerini ağartan Tanrı’dan bir zarar gelmemesi için kulun Hakk hükmüne karşı ölü gibi olması lâzımdır.”
Aslanın çalışıp kazanmayı tevekküle, teslîmiyete tercih etmesi.
912. Aslan: “Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe teşebbüs de, Peygamber’in sünnetidir.
913. Peygamber, yüksek sesle ‘Tevekkülle beraber yine devenin ayağını bağla’ dedi.
914. ‘Çalışan kimse Tanrı sevgilisidir’ işâretini dinle; tevekkülden dolayı esbâba teşebbüs husûsunda tembel olma” dedi.
Hazreti Şems, Makalât isimli eserinde, “Şeyhi gamlı gördüğün zaman bile ona bağlan! Daima ona yapış ki, seni tatlı ve olgun bir meyve gibi yetiştirsin” diye buyurur ve, “Çünkü senin olgunlaşman ve beslenmen o bulutun bereketindendir. İyi kişi vardır, ama bilgisizdir, iyi bir adam tevekkül ettim der, ama bilgisi yoktur ki tevekkülün yeri neresi olduğunu anlayabilsin. Nihâyet mütabaat odur ki, deveyi dizinden bağla, sonra Allah’a tevekkül et nüktesine uygun olsun” der ve sorar, “Yâni Hazreti Peygamber tevekkül göstermedi. Bu kadar savaşlarla uğraştı. Ârif değil miydi? En iyi adam değil miydi o?..”
Âriflerin Menkîbeleri’nde şöyle rivâyet edilmiştir ki: “Bazı fakir dostlar mallarının azlığından ve yoksulluklarından şikâyet ediyorlardı. Mevlâna buyurdu ki: Muhammed Mustafa, selâm onun üzerine olsun, zamanında büyük bir kıtlık olmuştu. Ashâbdan birisinin bir ölçek arpa unu vardı. Bu zât, Peygambere serzenişte bulunuyor ve, ‘Bu pahalılık günlerinde ne yapacağım’ diyordu. Peygamber, ‘O unu sat ve Tanrı’ya mütevekkîl ol’ buyurdu. O da bunun üzerine unu sırtına alıp, ashâb arasında, ‘Bir ölçek arpa unu kim alır?’ diye artırmaya çıkardı. Kimse alıcı olup bir istek göstermedi. Kimisi, ‘Benim bir aylık yiyeceğim var’, başka biri, ‘İki günlük yiyeceğim var, o da biterse Tanrı kerîmdir’ diyordu. Bu, bir derviş, ‘Benim bir lokmam var, onu da bu akşam yiyeceğim. Bana zâhire lâzım değildir’ deyinceye kadar devam etti. İşte Tanrı’nın elçisi, ashâbı böyle yetiştirip her birine öyle bir Tanrı’ya tevekkül öğretmişti ki, yiyecek ve içeceği düşünmeğe ihtiyaçları kalmamış ve hakîkat yolunda saltanat bayrağını açmışlardı. Bunun üzerine ashâbdan olan o azîz zât çok mahcûb oldu ve Peygamber kendisine, ‘lki aylık yiyeceğin olduğu hâlde yine şikâyet ediyorsun. Bu doğru değildir; bu, Tanrı’nın hoşuna gitmez’ buyurdu. Peygamberin bu sözü üzerine bu azîz, elinde bulunan arpa ununu fakirlere sadaka olarak dağıtıp tövbe etti; tevekkül gösterdi ve ruhanî bir kuvvetle kuvvetlendi.”
Beyit:
“Haydi kalk da tevekkül et. Fakirlik korkusuyla elini ve ayağını titretme. Senin rızkın sana, senden daha çok aşıktır.
Sen onun peşine düşmezsen, o senin kapına gelir. Eğer peşinde dolaşırsan başına dert getirir. Sen, cevizsiz ve üzümsüz bırakılan o azîz nâzeninlerden değilsin.”
Hasan Dede, “Biz her zaman deriz ki: Tedbiri elden bırakmayacaksın, her zaman en güzel şekilde tutacaksın. Ondan sonra Allah’a tevekkül edeceksin” der ve şu menkîbeyi dile getirir:
“Hazreti Ali’ye sormuşlar, ‘Senden yiğit var mı bu âlemde?’
‘Var’ demiş.
‘Kimlerdir?’ diye sormuşlar.
‘Bir kişi odaya çekilmiş, ıstırahat ediyor, uyuyor, ama oda kapısını açık bırakmış. O benden yiğittir.’
Gelir biri, yolsuz kalmıştır. Onun on lirasını cebinden almak için, vurur kafasına uykuda, bayıltır, alır parayı gider.
‘İkincisi’ diyor Hazreti Ali, ‘ayakkabılarını silkelemeden giyen. Bu da benden yiğittir.’
Ya bir akrep girer, ya bir yılan girer. Çünkü onlar öyle dairelerde oturmadılar, basit evlerde oturdular. Rutubette akrepler bulunur. İster misin, seni bir akrep sokar, işte zehirlendin. Başına iş aldın.
‘Üçüncüsü’ diyor, ‘At ile köprüyü geçerken, köprünün ayaklarına bakmadan geçen. O da benden yiğittir.’
Bakmıyor köprünün ayaklarına, taşır mı seni geçerken taşımaz mı? Bakarsın atla beraber dereye düşersin.
Hazreti Ali Efendimiz bu sözleriyle aklını kullanmayanları çıkartıyor ortaya. Bu sözleri, bindörtyüz küsûr sene önce sarfetmiş, ama bugün de hâlâ devam ediyor insanlardaki bu hâller.
Şimdi bizim dışımızda, muhabbetler esnasında, konu biraz ileriye gitti mi, derler ‘Gerisini Allah bilir.’ Ama biz öyle demiyoruz. Biz diyoruz ki, ‘Allah, insanla bilir, insanla bildirir.’ Çünkü Allah, insan dışında değildir. Akıl, insana verilmiş en büyük nimet. O yüzden, her zaman aklını kullanacaksın, tuzaklara düşmeyeceksin.”
Kasîde:
“Ey yüzü yüzümü ay gibi parlatan sevgili! Senin gözün, senin bakışın bedenimin bütün cüz’lerini görüş, anlayış sahibi yaptı.
Senin rüzgârın, gönül bahçesinin ağaçlarını oynatmada, adını andığım zaman, ağzım şekerle, ballarla dolmadadır.
Ey benim ağacımı, dallarımı yapraklarla, meyvelerle dolduran! Bilir misin, benim ağacım neden oynuyor?
Yapraklarla, meyvelerle dolduğundan ötürü nazlanmıyor, oynamıyor. Senin sevgin benim gönül ağacımın sabrını, kararını alt üst ettiği için oynayıp durmadadır.”