“Alalı sırrı Ali’den tutuşur bağrı yanar. Ayrılıklarda yananlar acaba neyle kanar? ‘Erinî’ derken o cânâna hep eczâsı kanar. Bak neler söyletiyor Hazreti Mevlâ’nâye!” Yaman Dede
Bu söz can memesinde süttür. Emen olmadıkça güzelce akmıyor.
Dinleyen susuz ve arayıcı olursa vaaz eden ölü bile olsa söyler.
2375. Dinleyen yeni gelmiş ve usanmamış olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir.
Kapımdan içeri nâmahrem girince harem halkı, perde arkasına girer, gizlenir.
Zararsız ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki peçeleri açarlar.
Bütün güzel, hoş ve yaraşan şeyler, gören göz için yapılır.
Çengin zîr ü bem nağmeleri, nasıl olur da sağır kulak için terenüm edilir?
2380. Tanrı, miski beyhûde yere güzel kokulu yapmadı? Koku duyan için yarattı; koku almayan için değil.
Hakk, yeri, göğü yaratmış, aralarında da birçok nur ve nâr yüceltmiştir.
Bu yeri, yerdekiler için yaratmış, göğü de göktekilerin yurdu yapmıştır.
Aşağılık kişi, yükseğin düşmanıdır. Her şeyin müşterisi meydana çıkar.
Ey kapalı, örtünüp bürünmüş kadın, sen hiç kör için süslendin mi?
2385. Dünyayı en değerli incilerle doldursan nasîbin yoksa ne yapayım?
Ey kadın, kavgayı, darılmayı bırak; bırakmayacaksan beni bırak!
Ben, iyiyle, kötüyle, kavga edemem; kavga ile işim yok. Savaşmak şöyle dursun; gönlüm barışlardan bile ürkmekte.
Susacaksan ne âlâ; yoksa öyle bir iş yaparım ki şu anda hemen kalkar, evimi barkımı bırakır giderim.”
Bir söz vardır, derler ki: “Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma.”
Nitekim Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurur: “İnsanlara akıl seviyelerine, istidât ve durumlarına göre hitâb ediniz.”
Yüce Pîrimiz Mevlâna da, selâm üzerine olsun, rebabın sesinden misâl vererek der ki: “Benim rebabımın sesi, Hakk âşıklarına cennet kapılarının açılış sesi, kaba sofulara da cennet kapılarının kapanış sesidir.”
Ve bir kasîdesinde ise şu beyitlerle seslenir bizlere…
“Hiç biliyor musun? Rebab ne diyor, gözyaşlarıyla yanıp kavrulmuş ciğerlere ne söylüyor?
Diyor ki etinden uzak düşmüş bir deriyim ben, nasıl ağlamayayım, nasıl dertlenmeyeyim ayrılıktan?
Rebabın şu dosdoğru sesi, ister Türk olsun, ister Rum ülkesinden, ister Arap; âşıksa onun dilincedir, onun dilidir.”
Zîrâ, “Yüsebbihu li’llâhi mâ fi’s semâvâti ve’l ard – Yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah’ı zikretmektedirler” (Teğâbun, 1) âyet-i kerîmesinde buyrulduğu üzere, ‘Hakk, yeri, göğü yaratmış, aralarında da birçok nur ve nâr yüceltmiştir. Bu yeri, yerdekiler için yaratmış, göğü de göktekilerin yurdu yapmıştır. Aşağılık kişi, yükseğin düşmanıdır. Her şeyin müşterisi meydana çıkar.’
Kasîde:
“Üç telli sazı çal. Ben birliğe ulaştım. İkilikte bulunma, ya rehâvî perdesinden çal, ya kurtuluş perdesinden ezgiler söyle.
Senin zîr ü bem perdelerin olmasa, o perdelere vurmasan gamlara dalıyoruz; neyde nevâ makâmını bul da şu sesi üfür: Feryâd sessizlikten, nağmesizlikten.
Irak makâmındaki ezgi, bu ayrılığın dermânıdır; sen söz söylemeden gönlü alır, götürürsün, fakat nereye götürürsün, nereye kadar iletirsin?
Ey padişahların bildiği, tanıdığı güzel, canımızı ısfahân perdesinden okşa, âşinâlık yoluyla sor hâlimizi hatırımızı.
Sarhoş dostların meclisine zengûle makâmından ezgiler düzerek git, işi sonuna getir, niceye dek bu vesvese bu ağır davranış?
Doğru sözlü, doğru işli dostsan rast makâmından çal ki hicâza gelesin.
Uşşâkı hüseynî perdesinden topla, bûselik, mâye perdeleriyle gönüller aç.
Senden dügâh istiyorlar, sen çârgâhtan söyle; sen bu yerin bu yurdun mumusun, ışığısın, a güzelim. Ne de hoş çalmadasın, ne de hoş söylemede.”