Bir tâcirin ticaret için Hindistan’a gitmesi ve mahpus dudusunun, onunla Hindistan dudularına haber yollaması.
Bir tâcirin bir dudusu vardı, kafeste hapsedilmiş, güzel bir duduydu.
Tâcir, Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlığına başladı.
1545. Kerem ve ihsân dolayısıyla, kölelerinin, câriyeciklerinin her birine “Çabuk söyle, sana Hindistan’dan ne getireyim?” dedi.
Her biri ondan bir şey diledi. O iyi adam hepsine, istediklerini getireceğini va’d etti.
Duduya da, “Sen ne armağan istersin, sana Hindistan elinden ne getireyim?” dedi.
Dudu dedi ki: “Oradaki duduları görünce benim hâlimi anlat.
De ki: “Sizin müştâkınız olan filân dudu, Tanrı’nın takdîriyle bizim mahpusumuzdur.
1550. Size selâm söyledi, yardım istedi; sizden bir çare, bir kurtuluş yolu diledi.
Dedi ki: Revâ mıdır ben iştiyâkınızla gurbet elde can vereyim.
Sıkı bir hapis içinde olayım da siz gâh yeşilliklerde, gâh ağaçlarda zevk ve safâ edesiniz.
Dostların vefâsı böyle mi olur? Ben şu hapis içindeyim, siz gülbahçelerinde.
Ey ulular! Bir seher çağı şarap meclisinde bu inleyen garibi de hatırlayın!
Ahmed Avni Konuk buyurur ki: “Hazreti Pîr’in, ‘Ulular’ tabîrinden kastı ervâh-ı enbiyâ ve evliyâdır; sabah şarabı ile de onlara olan tecellîyat-ı zâtiyyeye, yâni zâtının tecellîsine, işâret etmektedir. Bu doğrultuda, beyitte şöyle söylenmektedir: Ey mukaddes ruhlar! İlâhî tecelli ile zevke gark olduğunuz zamanda, beden hapsinde kalan bizleri de hatırlayınız, ki o tecellînin aksetmesinin bereketiyle bizler de nefs kuyusundan kurtulalım.”
Allah’a varma yolunda ruhun, nefs ve vücut bağlarından kurtulabilmesi için ancak ezel ve ebed yoldaşı olan Hakk dostlarından, yâni mürşid-i kâmilden, mânevî yardım ve şefaat istemesi gerekir.
Sultan Veled Hazretleri, selâm olsun üzerine, şöyle buyurur: “İyice bil ki Allah’ın has eri, iki âlemde de merâmına ermiştir, sevinç içindedir. Zenginin de elinden tutan odur, yoksulun da; zehire panzehirdir, derde dermân, yaraya melhemdir. Onu ister kabul etsinler, ister etmesinler bundan ona ne bir hayır gelir, ne bir şer. O, kendi başına hoştur, rahat ve esendir; pâluze gibi yağlı ballıdır. Dünyada hiç kimseye muhtaç değildir; aksine varlık âlemi de ona muhtaçtır, mekân âlemi de. Suçlular, onun yüzünden azâd olurlar; mahremler, onun yüzünden muratlarına erişirler.”
Bakın bir kasîdesinde ne güzel seslenir yüce Pîr Mevlâna, efendisi Şems’e…
“Kadeh kırıldı, şarabım kalmadı. Ben de mahmûrum. Benim bu perişan hâlimi, mânevî yıkınlığımı ancak Şems-i Tebrizî mamûr edebilir.
Çünkü o görüş âleminin padişahıdır. Keşif âleminin ışığıdır. Ruhlar onu uzaktan görünce canla başla ona secde ederler.
Harâb olmuş binlerce can, binlerce gönül, elini uzatsın da, onları şaşkınlık denizinden çıkarıp kurtarsın diye ona secde etmedeler.
Gökler ve yerler küfür karanlığına gömülmüş olsalar, onun ışığı parlayınca her taraf aydınlanır, her taraf nurlanır.
Meleklerin ondan elde ettikleri, temizlik, paklık, şeytanlara da nasîb olsa onların her biri güzelleşir, birer hûri olurlar.
O nur, şeytana nasîb olmasa bile yine de kerem perdeleri ile onu gizler.
Bayram gelerek lütuflara ve ihsânlara başlayınca, her tarafta düğün dernek kurulur. Her ağlayan neşeye gark olur, güler.
O güneş Tebriz’den doğunca, bütün âlemin zerreleri, sûr sesi duymuş gibi canlanır, dirilirler.
Ey seher rüzgârı! Allah aşkına tuz ekmek hakkı için lütfet! Bilirsin ki her seher vakti ben onun yüzünden sevinirim, neşelenirim. Sen de onun yüzünden sevinir, tatlı tatlı esersin.
Ey seher rüzgârı! Gayb âleminin tâ ötelerinden esip gelirken bir de oralara, gayb âlemine uğra, bu işi ihmâl etme, tembellik etme!
Oradan elde ettiğin kanatla üç bin yıllık yol bile olsa uç, onun verdiği kanatlarla o yol uzun gelmez!
Kanadın yorulup uçamayacak kadar yorgun düşersen, ona secdeye kapan, gönlü yaralı, ayrılıktan canı hasta olan aşığın hâlinden bahset!
Gözyaşları dökerek ona de ki: ‘Senden ayrıldığı andan beri günleri karardı, gece oldu, saçları kâfur gibi ağardı.’
Sen öyle affedicisin ki, dünyadaki bütün suçluları merhamet denizine daldırır, hepsinin suçunu örter ve bağışlarsın.
Gören can gözü bile senin canını göremezken, gözü olmayan elbette mazûrdur.
Gözleri yaş dökerek ona yalvarırken, bir yolunu bul, ayağının bastığı topraktan al getir de, gözlerime sürme olarak çekeyim. Çünkü bu dert gittikçe artmada.
Ey seher rüzgârı! Bu yolculuktan saadetle, kutlulukla dönünce, varlık âlemini de, yokluk âlemini de ateşlere yakarsın.
Sürme olarak gözlerime çekeceğim toprağı bana getirirsen, sana, senin canına sayısız yıllar boyunca rahmetler olsun!”