Dudunun, duduların hareketlerini duyması ve kafeste ölümü, tâcirin ona ağlaması.
Dudu, o dudunun yaptığını işitince titredi, düştü, kaskatı oldu.
Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı, külâhını yere vurdu.
Onu, bu renkte, bu hâlde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı.
1690. Dedi ki: “Ey güzel ve hoş nağmeli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hâle geldin?
Vah yazık, benim güzel sesli kuşum! Vah yazık, benim gönüldeşim, sırdaşım!
Yazık, benim güzel nağmeli kuşum; ruhumun neşesi, bahçem, çiçeğim!
Süleyman’ın böyle bir kuşu olsaydı hiç başka kuşlarla uğraşır mıydı?
Vah yazık; ucuz bulduğum kuştan ne çabuk ayrıldım!
1695. Ey dil, sen bana çok ziyân veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim?
Ey dil, sen hem ateşsin, hem harman! Ne vakte kadar harmanı ateşe vereceksin?
Can, sen ne dersen onu yapmakla beraber gizlice yine senin elinden feryâd etmektedir.
Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermânı olmayan bir dertsin!
Hem kuşlara çalınan ıslık, yapılan hilesin; hem yalnızlık ve ayrılık zamanının enîsisin!
1700. Ey aman bilmez! Bana hiç aman vermiyorsun. Sen, yayını beni öldürmek için kurmuşsun!
İşte benim kuşumu uçurdun. Zulüm ve sitem otlağında az otla!
Ya bana cevap ver, yâhut insafa gel, yâhut da bana neşe ve sevinç sebeplerinden birini an!
Eyvah, benim karanlığı yakıp mahveden nurum; eyvah, benim gündüzü aydınlatan sabahım!
Vah benim güzel uçan; tâ sondan başlangıca kadar uçup gelen kuşum!
1705. Câhil insan ilelebet mihnete aşıktır. Kalk, ‘Fî kebed’e kadar ‘Lâ uksimu’yu oku!
Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, bir beyitinde buyuruyor ki: “Benim pîrimdir ve müridimdir; benim derdimdir ve benim ilacımdır; bu söz açık söylenmiştir ki, benim Şems’im, benim Hüdâ’mdır.”
Nitekim, Ahmed Avni Konuk, bu beyitlerin tefsîrinde, Cenâb-ı Pîr’in dile getirdiği bu kıssadan maksadın, kendi zevk-i âlilerine ait esrâra işâret etmekte olduğunu dile getirir ve şöyle der: “Kıssanın zâhirine nazaran bu kederler tâcirin kaybettiği dudu hakkındadır; fakat hakîkatte Cenâb-ı Pîr’in bu kederleri, ilâhî maşuğu Şemseddin-i Tebrizî’nin ortadan kaybolması hakkında vâki olduğu hissedilir ki, bu, Mesnevî’nin ilk kıssası olan ‘Padişah ve câriye’de olduğu gibi belki Mesnevî’deki bütün kıssalar için de geçerlidir.”
Yüce Pîr Mevlâna, yine bir beyitinde buyurur: “Ben Hakk’ın irfân bağının bülbülüyüm; akıl nerede, ben nerede!”
Nitekim, 1695. beyitte de, “Ey dil, sen bana çok ziyân veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim?..” diye buyurmaktadır.
Ahmed Avni Konuk, bu beyit ve devamındaki beyitler hakkında şöyle yorum yapar: “Bu beyit dahî hâdiseye mutâbıktır; zîrâ Cenâb-ı Şems, Hazreti Pîr’le buluşmadan evvel, pek mestûr bir hâlde, yâni örtülü ve gizli iken; onun kemâlâtını, parlak sözleri ve şiirleriyle açığa çıkaran Hazreti Pîr olmuştur… Dilin ateşe teşbîhi tesîrinden dolayıdır ve harmana teşbîhi de, harmanın katıksız gıda olan buğdayı ihzâr etmesindendir. Yâni dilin hem faydası vardır ve hem de zararı vardır. Ey dil, bir taraftan Hazreti Şems’in kemâlâtını izhâr edersin; bu faydalı bir şey olduğundan sen harman gibisin; ve fakat bu söylemen Hazreti Şems’i perdelediğinden ve sen onun sohbetinden mahrûm kaldığın için harmana ateş vurmuş gibi olursun… Hazreti Pîr, ‘can’ tâbiriyle kendilerinin yüce ruhuna işâret buyururlar. Yâni ey dil, gizlide can senin elinden feryâd edip durur; vâkıa sen her ne söylersen can onu yapar. Herkesin lisânı canına tâbi olduğu hâlde, benim canım lisânıma tâbidir; zîrâ lisanım Hakk’ın lisânıdır. Binâenâleyh, lisânımdan ilâhî sevk ile zuhûr eden esrârı, canım kıskandığı için feryâd eder. Bu itibâr ile benim canım dilimin söylediğini yapar; zîrâ söylediğim canımın sırrıdır… Ey dilim, kuşların sadâsını çıkarıp, onları taklîd suretiyle hile yapan ve tuzağa düşüren sensin. Yâni insan-ı kâmil ruh kuşlarının mertebesine tenezzül edip, onların anlayacağı lisân üzere sözler söyler ve nihâyet onları nefs sahrâlarında perişan gezmekten men edip, riyâzat ve mücâhede tuzağına düşürür; ve ruhlar asıllarından ayrıldıklarından dolayı çırpınırken, insan-ı kâmil güzel ve lâtif sözlerle onların enîsi, yâni dostu olur.”
Fakat malesef, bu lâtif sözlerden anlamayan ‘câhil insan ilelebet mihnete aşıktır.’ O hâlde, ‘kalk, ‘Fî kebed’e kadar ‘Lâ uksimu’yu oku!..’
“Lâ uksimu biyevmi-l kıyâme – Andolsun kıyamet gününe.” (Kıyâme, 1)
“Lekad ḣalaknâ-l insâne fî kebed – Gerçekten de biz insanı sıkıntı içinde yarattık.” (Beled, 4)
Şiir:
“Şekerle dudaklarının arasında uzun bir yol var,
Ah güzellikte sonu olmayan Mevlâna’m,
Bir ömürdür güneşle ay döner durur,
Günlerdir, gecelerdir senin geceni arzular durur.
Ah güzellikte sonu olmayan Mevlâna’m,
Ah gönül, dayanmaya gücün yoksa git,
Ah güzellikte sonu olmayan Mevlâna’m,
Senin için aşk davasına girenler az değil ya…
Ah can! Korkmuyorsan sen gel,
Fakat korkuyorsan senin de işin değil bu, sen de git.
Ah güzellikte sonu olmayan Mevlâna’m,
Güzelim bedenin gönülden de güzel, candan da,
Ah güzellikte sonu olmayan Mevlâna’m!..”