MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXXI

“Bir su damlasının kalbini yararsan, orada bir deniz bulursun!” Şebüsterî

Tanrı, yarattığını eşsiz, örneksiz olarak yaratır; üstâda tâbi değildir. Herkes ona dayanır; onun dayanacağı bir varlık yoktur.

Ondan başka bütün mahlûkat; hem sanatında, hem sözünde üstâda tâbidir, örneğe muhtaçtır.

Bu söze yabancı değilsen bir hırkaya bürün, bir virâneye çekil ve gözyaşı dök!

Çünkü Âdem, Tanrı itâbından ağlamakla kurtuldu; tövbekârın nefesi ıslak gözyaşlarıdır.

1630. Âdem, yeryüzüne ağlamak için, daima feryâd etmek, inlemek ve mahzûn olmak için gelmiştir.

Âdem, firdevsten, yedi kat göklerin üstünden ayakları dolaşarak en âdî yere, tâ kapı dibine, özür dilemek için gitti.

Eğer sen de Âdemoğluysan onun gibi özür dile, onun yolunda yürü!

Gönül ateşiyle gözyaşından çerez düz. Bağ da, bahçe de, bulutla güneş yüzünden yetişmiş, yeşermiştir.

Sen gözyaşının kadrini ne bilirsin? Görmedikler gibi ekmek aşığısın!

Allah’ın isimlerinden biri de ‘Mübdî’dir, yâni bütün varlıkları, bir eşi benzeri olmadan yoktan var eden, varlığı başlatandır. ‘Üstâda tâbi değildir. Herkes ona dayanır; onun dayanacağı bir varlık yoktur.’

Ahmed Avni Konuk, tefsîrinde şöyle der: “Ey sâlik, sen kemâle ermek istersen, evvelâ nefsinin sıfatından kibrini ve kendini beğenmeyi kırmak için bir virâneye çekil, hırkaya bürün ve gözyaşı dökerek Hakk’a niyâz eyle ki, buna karşılık olarak Hakk’ın rahmeti tecellî etsin; zîrâ Hakk kalbi kırıkları sever.”

Hazreti Şems, selâm olsun üzerine, Makalat adlı eserde, “Muhammed ümmeti kırık gönüllü olmalıdır. Daha önce gelip geçen ümmetlerin tenleri kırıktı, sonra gönül kırıklığına ulaştılar” diye buyurur ve şöyle devam eder: “Ene’l Hakk, diyen Hallac, doğru dürüst kendini kurtaramadı. O, Muhammedî idi, gönlü kırık bir Müslümandı. Amma, Rabbim en büyüktür, demekle yetinmedi. Şimdi Ayaz’ın çarığından çarık kalmadı. Onun yapıldığı deriden deri de kalmadı. Onun niyâzı hep nâz oldu. Çünkü sevgilinin kokusunu aldı. Sevgili ise hem nâzenindir, hem nâzdır. O bir deri bir kabuktur, ama nitelikleri vardır… Zaman olur ki, bu yoldan akan su öteki yolu boşaltır, kendi yoluna geçer; gâh o yoldan gelen su, bu tarafa akar. işte bu yollardan ve çeşitli arklardan geçip de suyun kaynağına gidenler ondan içerler, içine dalarlar, ıslanırlar. Onlar artık o dallardan ve onların kökünden, kaynağından kurtulmuş olurlar. Ağacın dalına binenler, dalı kırar aşağı düşerler, ağacın gövdesini yakalayanlar ise bütün dalları elde etmiş olurlar. Sevgilinin yurdunda, keyifleri yerindedir. Yerler, içerler, akıldan geçerler; ama sevgilinin evine yol bulamazlar, sevgiliye de kavuşamazlar. Yüksek akıllı ve düşünceliler nasıl olur da istemezler mi ki, herkeste de bu akıl bulunsun? Biri filozoftur, ben akla uygun söylüyorum, der. Onun bu ilâhî akıldan haberi yoktur.”

‘Eğer sen de Âdemoğluysan onun gibi özür dile, onun yolunda yürü! Gönül ateşiyle gözyaşından çerez düz. Bağ da, bahçe de, bulutla güneş yüzünden yetişmiş, yeşermiştir.’

Kasîde:

“Ey aşık! Hadi, gökler gibi dön; susmuş fakat bütün söz kesilmiş olarak… 

Ey sâki! Gözyaşlarıma, bahar bulutu gibi gül dök, şarap getir. Tövbemiz henüz dürüst değildir, benim kırık gönlümden elini çek. 

Ey sâki! Kadehi durmadan sun ki, canımı önüne saçayım; aşkta bir kadehi içip boşaltıncaya kadar kanlı gözyaşlarıyla kucağımı doldurayım; aşk yolunda her gün gök gibi yeni işe başlayalım… Ooh… Bu ne güzel başlangıç, bu ne güzel iştir… 

Şarabın tortusu ve gönül derdi benimle arkadaş, şarabın tortusu ve gönül derdi bu ikisi de yârin gamıyla arkadaştırlar… 

Bu külhânda başım önümde, tövbe ve istiğfardan vazgeçmişim; kilisenin kuytu bir yerinde, aşıklar dersini veriyorum. Minberin ayağını direğin başına astım. Ben fânîyim, bütün hiçim ama bâkîyim. Duvar suretindeyim ama sırf ruhum. 

Ey sâki! Gönlümden bir ah çeksem bu ahımın sesi, sende de yankılanır. Bizim şarabımızı sen başka bir kadehten ver. Zîrâ biz ne mestiz, ne ayık…

Aşıkların bulunduğu yerin ucubucağı, dibi yoktur. O, kâbenin de meyhânenin de üstündedir. Aşıklar eğer dostsuz bir nefes alsalar, hırkaları da tesbihleri de zünnâr olur. 

Biz hepimiz bu yolun susamışlarıyız; aynı zamanda da kalender gibi candan doymuşuz. Aşkın mestiyiz; uzun bir yola, çetin bir geçide yüz çevirmişiz; sofrada azık kalmamış, binek atı tâkatten düşmüş, sahra karanlık, yürünecek yol uzun, öyle sonsuz bir yol ki, her saat onun binlerce ve yüzbinlerce fedaisi var…”