“Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun altının üstünden daha iyi olmayacağını?’’ Şems-i Tebrizî
Susuzlar âlemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzları arar.
Mademki aşık odur, sen sus artık. Mademki o, kulağını çekmekte, sen tamamiyle kulak kesil!
Sel akmaya başlar başlamaz önünü kes, yolunu bağla. Yoksa âlemi perişan ve harâb eder, her tarafı yıkar.
1740. Fakat harâb olmaktan niye gamlanayım? Harâbenin altında padişah hazinesi var!
Hakk’a dalan kişi daha ziyâde dalmak, can denizinin dalgası altüst olmak ister.
Denizin altı mı daha hoştur, yoksa üstü mü? Onun oku mu daha ziyâde gönül çekici ve güzeldir, o oka karşı siper tutmak mı?
Şu hâlde ey gönül! Neşe ve sefâyı, cefâ ve belâdan ayırt edersen vesveseye zebûn olmuş olursun.
Tutalım, senin isteğinde şeker tadı var; sevgilinin isteği, isteksizlik, murat ve maksadı terk etme değil mi?
1745. Onun her yıldızı, yüzlerce hilâlin kan diyetidir. Ona, âlemin kanını dökmek helâldir!
Biz değeri de bulduk, kan diyetini de. Ve o yüzden can vermeye koştuk.
Ey aşık, aşıkların hayatı ölümdedir. Gönlü gönül vermeden başka bir suretle bulamazsın.
Yüzlerce naz ü işve ile gönlünü almak istedim; sevgili bana istiğna yüzünü gösterdi, bahaneler etti.
“Bu akıl, bu can, senin aşkına gark olmuş değil mi ki?” dedim, dedi ki: “Git, git; bana bu efsunu okuma!”
1750. Ben, senin ne düşündüğünü bilmez miyim? Ey iki gören! Sen, sevgiliyi nasıl gördün; buna imkân mı var?
Ey ağır canlı! Sen onu hor gördün; çünkü çok ucuz aldın! Ucuz alan ucuz verir. Çocuk bir inciyi bir somuna değişir. Ben öyle bir aşka gark olmuşum ki evvel gelenlerin aşkları da benim bu aşkıma batmış, yok olmuştur, sonra gelenlerin aşkı da!
Ben o aşkı kısaca söyledim, tamamiyle anlatmadım. Anlatacak olsam hem dudaklar yanar hem dil!
Leb dersem maksadım lebîderyâdır; Lâ dersem muradım illâdır.
Tatlılıktan dolayı yüzümü ekşitmiş olarak otururum; fazla sözden dolayı sükût etmekteyim.
1755. İsterim ki bu suretle tatlılığımız, yüzümüzün ekşiliğiyle iki cihandan da gizli kalsın.
Bu söz her kulağa girmesin. Onun için yüz ledûn sırrından ancak birini söylemekteyim.
Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, bir hadîs-i şerîfinde, “Ey Allah’ın kulları, sükûn ve ağırbaşlılık ile durunuz. Sabırsız ve telaşlı olmayınız. Zira sükûnet ve ağırbaşlılık, insanı değerli kılar” diye seslenir bizlere…
“Biz dilencilikten ve niyâzdan kurtulduk; ayak vurarak nâz tarafına geldik” diye buyuran Yüce Pîr Mevlâna, selâm üzerine olsun, bir kasidesinde de şöyle buyuruyor ve diyor ki:
“Ey aşık! Hileyi bırak! Aklı terk et, divâne ol, divâne! Ateşin tam ortasına atıl, âdeta gönlüne gir! Pervâne ol, pervâne!
Kendini yabancı say, kendine yabancı ol! Hem de evini yık, harâb et! Sonra gel; aşıklarla, aynı evde otur, onlarla düş, kalk!
Git, gönlünü siniler gibi yedi kere yıka, kinden, nefretten temizlen! Sonra gel aşk şarabına kadeh ol! Sevgiliye layık olmak için tamamıyla can hâlini al! Mest olanların yanına gidince sen de mest ol mest!
Güzellerin taktıkları küpelerin sohbet yeri, buluşma yeri onların yanaklarıdır. Güzel yanaklarla, güzel kulaklarla dost olmak istiyorsan; inci tanesi ol, inci tanesi!
Düşüncen nereye giderse seni peşinden sürükler, oraya çeker götürür. Sen düşünceden vazgeç de, kaza ve kader gibi en ileride yürü, en öne geç!
Kibire kapılmak, hevâ ve hevese meyl etmek bir kilittir ki, gönüllerimiz onunla kilitlenir. Sen anahtar ol, anahtarın dişi ol!
Mustafa (sav), Hannâne direğini okşadı. Sen bir ağaçtan da aşağı değilsin ya, haydi Hannâne direği ol, Hannâne direği!
Hazreti Süleyman sana; ‘Kuş dilini duy, öğren!’ diyor. Hâlbuki sen öyle bir tuzaksın ki, kuş senden ürker kaçar, sen tuzak olma, yuva ol, yuva!
Bir güzel sana yüz gösterirse, ona ayna ol, onu içine al, onunla dol! Güzel sana karşı saçlarını serer açarsa, sen ona tarak ol, tarak!
Zenginleştin, armağanlara, mallara sahip oldun da bunlara karşılık şükrâne olarak aşkı verdin. Malı bırak, mal şöyle dursun, sen aşka şükrâne olarak kendini ver, kendini!
Bir müddet ateş oldun, rüzgâr oldun, su oldun, toprak oldun. Bir müddet de hayvan oldun, hayvanlık âleminde dolaştın. Mademki, bir müddet can hâline geldin, hiç olmazsa sevgiliye lâyık bir can ol, sevgiliye lâyık bir can!..”
Şiir:
“Nurların özü yâ Muhammed,
Cehennem senin güzelliğinin baharına nispetle,
Gülistan oldu, gül bahçesi hâline geldi,
Uçsuz bucaksız bir deniz oldu.
Aşkının kıvılcımına karşı,
Bir katre kandan ibaret bir vücud buldu.
Bir incim var…
Gözyaşı mı desem, gönül mü desem?
O tek ve eşsiz inci açıkça benim,
Fakat ey yüce Sultan, ey Sevgilim,
O, gizlice senin.
Merhametli bir kişi tanırım ki,
Adı sevgi ve adâlettir…”