MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/XVIII

Padişahın, kendisine rüyada gösterilen velî ile görüşmesi.

93. Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının içine çekti.

94. Elini, alnını öpmeye, oturduğu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.

95. Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki: “Nihâyet sabırla bir define buldum.

96. Ey vuslatı, her sualin cevabı! ‘Sabır genişliğin anahtarıdır’ sözünün mânâsı,

97. Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz hâllolur gider.

98. Sen, gönlümüzde olanların tercümânısın, her ayağı çamura batanın elini tutan sensin.

99. Ey seçilmiş, ey Tanrı’dan razı olmuş ve Tanrı rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kazâ gelir, fezâ daralır.

100. Sen, kavmin ulususun, sana müştâk olmayan, seni arzulamayan bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse…”

101. Ağırlama, hâl hatır sorma meclisi geçince o zâtın elini tutup hareme götürdü.

Bu beyitler, bizlere yine Mevlâna ile Şems’in buluşmalarını hatırlatıyor.

Hazreti Şems, gönlünü açacak bir mürşid bulamayınca, bir gece Allah’a, kendisine gizli velîlerinden birini göstermesi için yalvardı ve karşılık olarak başını vereceğini ahdetti. Bunun üzerine, gördüğü bir mânâ sonucunda Mevlâna’yı bulmaya yola koyuldu.

Fakat hakikatte, Şems’in Mevlâna’yı aradığı kadar, Mevlâna da Şems’i aramaktaydı.

Sonunda buluştular ve iki deniz birbirine doğru aktı. 

Mevlâna ile Şems, bir odada tam üç ay halvet ettiler. Üç ay boyunca üç simidi paylaştılar. Halvetten çıktıklarında her ikisinin de bedenleri deri ile kemik hâlini almıştı. Gönül sahibi oldukları için birbirlerine sayısız inciler döktüler, gönül sırlarını paylaştılar.

95. beyitte Mevlâna, ‘başköşe’ diye buyuruyor. Hasan Dedemiz bununla ilgili çok güzel bir hikaye anlatıyor:

“Mevlâna ile Şems’i çekemeyen halk, onları ayırmak için Mevlâna’yı bir medresenin açılışına davet ediyorlar. Mevlâna, Şems olmadan gitmek istemiyor. Şems ne kadar itirâz etse de, sonunda beraber davete icâbet edip gidiyorlar. Fakat Şems içeriye girmiyor ve medresenin dışında kaldırımda oturuyor.

Açılış yapıldıktan sonra Mevlâna’ya soruyorlar: ‘Ya Mevlâna, başköşe neresidir bir evin içinde?’

Mevlâna şu cevabı veriyor: ‘Birincisi, bir evsahibi nereye oturursa, oraya başköşe derler. İkincisi, bir ulemâ, yani bir bilgin nereye oturursa, oraya da başköşe derler. Üçüncüsü ise, Sevgili neredeyse orası başköşedir.’ Ve fırlıyor medreseden çıkıyor dışarıya, geliyor oturuyor Şems’in yanına, sarılıyor boynuna. 

Mevlâna için sevgilisinin olduğu yer başköşeymiş… Zaten bir Hakk aşığı, kalbinde sevgilisine en güzel yeri verirse, onu her şeyden üstün tutup kalbinin başköşesine oturtursa, bir gün gelir perdeler kalkar, hakikatlere sahip olur. O göz de anlar ki bu âlemde bir güneş var, onun yanında bu dünyadaki güneş bir muma döner.”

Aynı durum, padişah için de geçerli olmuştu. Rüyasında gördüğü ve sabırla gelmesini beklediği o hekim, yani velî sonunda gelince, onu evinin başköşesine kadar çekmişti.

Mevlâna, 96. beyitte, ‘sabır genişliğin anahtarıdır’ diye buyuruyor.

Hasan Dedemiz, “Bulut gülün dostu, sabır ziyânın dostudur” der, “her ibâdetin aslı sabırla başlar. Sabreden kişi gönlünden beklentileri çıkarıp, kendi akıl ve tedbirini bir kenara bırakabilirse Allah’tan razı olmuş demektir.”

Beyit:

“Sen nasıl rızıka düşkün bir aşıksan, rızık da rızık yiyene öyle düşkün bir aşıktır… Babam, sabır demir kalkandır. Tanrı, kalkana, ‘Zafer geldi çattı’ yazısını yazmıştır.”

“İki cihanın hakimi olan kâmil nsanın, yani mürşid-i kâmilin, bizi sevk ve idare edebilmesi için, bizim ona nedensiz, niçinsiz bir teslimiyetle tâbi olmamız şarttır” diye buyurur Hasan Dedemiz, “asıl tasavvuf, asıl manevî ve ilahî bilgi, işte bu teslimiyettir.” 

Hasan-ı Zarîfî, “Ey birlik sırlarının tâlibi ve ey samediyyet parıltılarına yönelen kişi! Allah dostlarının Hakk nuru olduğunu bil” diye seslenir.

Nitekim Hazreti Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerifte, “Ben Allah’ın nurundanım. Nebîler ve velîler benim nurumdandır” diye buyurmaktadır.

Hasan-ı Zarîfî şöyle devam eder: “Evliyâ ile karşılaşan kişi, açıklamaya ihtiyaç duymadan, tüm ahiret yolundaki şüpheleri ve dinî problemlerin hepsini onlardan hâl diliyle öğrenmiş olur. Çünkü onların mârifet nurundan, tâlibin kalbine bir ışık vurur ve cehâlet karanlıklarının perdelerinden onu kurtarır, onu hikmet ve mârifetlerin kaynağı hâline getirir. Mârifet dilinin tercümânı, onların gönlünde gizli olarak bulunmaktadır… İnsanların en seçkin olanlarına müctebâ ve murtazâ denir. Onlar tâlipler üzerine yüksek himmetlerini saçtıklarında, tâlipler belâlardan emîn olur ve çeşitli fetihler elde ederler. Onlara buğz eden, düşmanlığa kalkışan kişiler ise, düşmanlıklarına son vermezlerse helâk olurlar. Sâlik ve tâliplerin yol gösterici ve önderi olan, Süleyman makâmında bulunan devrin kutbu, cihan halkının efendisidir.”

Ne güzel buyurur Pirimiz Mevlâna…

“Ümitsizlik diyârına gitme, ümitler var. Karanlığa varma güneşler var. Gönül, seni, gönül ehlinin diyârına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker. Âgâh ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbâli bir ikbâl sahibinden öğren!”