MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/XLV

Hıristiyanların oniki kısmı.

458. Hükümetleri zamanında, İsa kavminin oniki emîri vardı.

459. Her fırka bir emîre tâbîydi; kendi beyine tamah yüzünden kul olmuştu.

460. Bu oniki emîr kavimleri, o kötü vezire bağlanmışlardı.

461. Hepsi, onun sözüne itimâd ediyordu, hepsi onun mesleğine uymuştu.

462. O, “öl” der demez her emîr hemen o anda ölürdü.

Vezirin İncil ahkâmını karıştırması.

463. Vezir, her emîrin adına birer tomar düzdü. Her tomarın yazısı, başka bir olaydı.

464. Her birinin hükmü başka bir çeşittir. Bu baştan aşağıya kadar ona aykırıdır.

465. Birinde riyâzât ve açlık yolunu tövbenin rüknü, Tanrı’ya dönüşün şartı yapmış,

466. Birinde “Riyâzât faydasızdır, bu yolda cömertlikten başka kurtuluş yoktur” demişti.

467. Birinde demişti ki: “Senin açlık çekişin, mal verişin mâbuduna şirk koşmadır.

468. Gam ve rahat zamanında Tanrı’ya dayanmak ve tamamiyle teslim olmaktan gayrı hepsi hiledir, tuzaktır.”

469. Öbüründe demişti ki: “ Vâcib olan hizmettir, yoksa tevekkül düşüncesi suçtan ibârettir.”

470. Birinde, “Dindeki emir ve nehiyler, yapmak için değil, aczimizi bildirmek içindir.

471. Tâ ki onlardan yana âciz olduğumuzu görelim de Tanrı kudretini bilelim, anlayalım” demişti.

472. Öbüründe, “Kendi aczini görme, uyan, kendine gel; o aczi görme, küfrânı nimettir.

473. Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır. Kudretini, onun nimeti bil ki, kudret odur” demişti.

474. Birinde demişti ki: “Bu ikisinden de geç, nazârına her ne sığarsa put olur!”

475. Öbüründe, “Bu mumu söndürme ki bu görüş, meclise mum mesâbesindedir.

476. Eğer nazârdan ve hayalden geçersen geceyarısı visâl mumunu söndürmüş olursun” demişti.

477. Birinde demişti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüzbinlerce karşılığını göresin.

478. Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrın yüzünden Leylâ’n Mecnûn olur!

479. Kim, zâhitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!”

480. Başka birinde, “Hakk sana ne verdiyse onu icâd ederken tatlılaştırmıştır.

481. Kolaylaştırmıştır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demişti.

482. Birinde demişti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabîatının kabul ettiği, merduttur, kötüdür.

483. Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmuştur.

484. Eğer Hakk’ın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her Yahudi ve Mecûsî, Tanrı’yı duyar, anlardı” demişti.

485. Öbüründe demişti ki: “Kolay, odur ki gönlün hayatı ve canın gıdası ola.

486. Tabîatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsûl vermez.

487. Onun mahsûlü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyândan başka bir şey getirmez.

488. O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihâyette adı güç olur, güçleşmiş bir hâle gelir.

489. Sen güçleştirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırt et; bunun yüzünü de sonuna nazâran gör, onun yüzünü de sonuna nazâran.”

490. Bir tomarda da, “Bir üstâd ara. Âkıbeti görme hassasını nesepte bulamazsın.

491. Her çeşit din sâlikleri üstâd aramaksızın, peygamberlere tâbi olmaksızın işlerin âkıbetlerini gördüler, kendi akıllarınca netice hakkında istidlâllerde bulundular da bu yüzden hata ve dalâlete düştüler.

492. Âkıbet görme; elle dokunmuş, örülmüş değildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demişti.

493. Bir tanesinde demişti ki: “Usta da sensin; çünkü ustayı da sen tanırsın.

494. Er ol, erlerin maskarası olma; kendi başının çaresine bak, sersemleşme.”

495. Bir diğerinde, “Bunların hepsi birdir. İki gören kimse şaşı adamcağızdır” demiş,

496. Bir tomarda da, “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düşünür, meğerki deli olmasın!

497. Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle şeker nice bir olur?

498. Zehirden de, şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin?” demişti.

499. O İsa dinine düşman olan vezir bu tarzda, bu çeşitte oniki tomar yazdı.

Hasan Dede, “Dinimizde oniki mezheb vardır, fakat bunların dördü ayaktadır, bugün dört mezhebe Hakk diyoruz. Yâni, İmam-ı Cafer Sadık, İmam-ı Hanbelî, İmam-ı Mâlikî, İmam-ı Âzam’dan gelen mezhepler… Hepsinin mânâlarında Hazreti Muhammed Efendimiz tecellî etmiş ve onlar, Hazreti Muhammed’i, ibâdetlerini icrâ ederken ne şekilde görmüşlerse, kendi cemaatlerine de o şekilde çıkmışlardır. Bugün Kâbe’de, dört İmam; Şâfîsi, Hanbelîsi, Hanefîsi ve Mâlikîsi; diyelim ki sabah namazını edâ ederlerken imamîyete çıkıyorlar. O esnada Kâbe’yi yükseltsek, ortaya çıkan tabloda göreceğiz ki, dört İmam hakikatte birbirlerine rükû ve secde etmektedirler.”

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, Râd sûresinin 4. âyetinde, “Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için Allah’ın birliğini gösteren deliller vardır” denmekte ve En’am sûresinin 79. âyetinde de, “İnnî veccehtu vechiye lillezî fataras semâvâti vel ard – Ben, her dinden geçip yalnız Hakk’a secde ederek yüzümü o gökleri ve yeri yaratana çevirdim” diye buyrulmaktadır.

Hasan Dede bir hikâyede şöyle anlatır…

“Mevlâna’nın kâtibi Hüsâmeddin Çelebi, mezheb olarak Şâfî; Hazreti Mevlana ise, Hanefi’ydi. Hüsâmeddin Çelebi, Hazreti Mevlâna’yı çok sevdiği için arada mezheb farkı olsun istemiyordu. 

Bir gün, “Efendi Hazretleri, müsaade et ya ben mezhebine gireyim, ya da sen mezhebime gir, aramızda mezheb farkı olmasın” dedi. 

Hazreti Mevlâna cevap vermedi, gülümsedi. Mevlâna sadece gülümsemekle kalınca, Hüsâmeddin Çelebi, acaba böyle demekle hata mı yaptım diye düşüncelere daldı. 

Dayanamayarak tekrar Mevlâna’ya dedi ki: “Yâ Hüdâvendigâr, bir soru sordum cevap vermedin, gülümsedin. Acaba bu soruyla bir hata mı işledim?” 

Hazreti Mevlâna ona şöyle seslendi: “Ey ruhumun mertebesi Hüsâmeddin! Dini, mezhebi terk etmezsen âriflerin sırrına eremezsin. Hem dinin var, hem mezhebin. Nasıl ârif sırrına erer, âriflerle yol alırsın?” 

Hüsâmeddin Çelebi burada şaşırdı, Mevlâna onun mantığının alması için dedi ki: “Din olarak Muhammedî, mezheb olarak Şâfîsin. Dini İsevî, mezhebi Katolik olan ama güzellikte ay parçası gibi bir Rum kızı seni kendine aşık ederse, sendeki düşünce, sevgi hep o olur değil mi?” 

“Evet.” 

“Desene sen dininden de, mezhebinden çıktın. Karşı tarafa ağırlık verdin. İşte aşk ikisini de ortadan kaldırıyor. Onun için irfânlıkta, aşkta din ve mezheb geçerli değildir.”

Rubâi:

“Sevgili zarîftir, nâziktir; günâhı budur. 

Güzeldir, latîftir, hoştur; günâhı budur. 

Acaba hangi ayıbımı gördüler de ondan kaçıyorlar?..

Onun ayıbı yoktur, afîftir; günâhı budur.”