Vezirin hilesini aklı eren Hıristiyanların anlaması.
446. Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karışmış bir tat sezdiler.
447. O, garezle karışık lâtif sözler söylemekte, gülsulu şeker şerbetinin içine zehir dökmekteydi.
448. Sözünün dış yüzü, yolda çevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevşek ol demekteydi.
449. Gümüşün dışı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hâle gelir.
450. Ateş, kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptığı işin sonundaki karalığa bak!
451. Yıldırım, bakışta saf bir nurdan ibâret görünür; göz nurunu çalmak onun hassasıdır.
452. Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları için bir boyun halkasıydı.
453. Vezir, padişahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında İsa’ya uyanlara penâh oldu.
454. Halk, umumîyetle dinini de, gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can fedâ ediyordu.
Padişahın vezire gizlice haber göndermesi.
455. Padişahla onun arasında haber gidip geliyordu. Padişah, ona gizlice vaatlerde bulunuyordu.
* Nihâyet muradının hâsıl olması, Hıristiyanların toprağını yele vermesi için.
456. Padişah, “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbimi gamdan tez kurtar” diye mektup yazdı.
457. Vezir de, “Padişahım; işte şimdicik İsa dinine fitneler salma işindeyim” diye cevap verdi.
Hasan Dede, “İlmin nihâyeti zevktir. İnsanın kendini bilmesi suretiyle öğreneceği ilim, onu bu zevke getirir. Cezbe ve aşk bile kayıt sayılır. Aşk sözde kalıyor, hâli tecellî etmiyorsa, aşk kayıttır” der.
Aşktan gözü aydın olmuş bir kişinin önünde her varlık zerre zerre aşikârdır, her birinin hâli onda ayna gibi apaçık görünür. İnsan olandan hiçbir şey gizli değildir.
“Gönül mü Tanrı’dır, Tanrı mı gönül?” diye buyurur Mevlâna, “Hem sayılı, hem sayısız olan; hem kesrete dalan, hem vahdeti bulan gönülden başka her nakşın aksi geçip gider, ebedî değildir. Fakat ezelden ebede kadar zuhur edegelen her yeni nakış, gönüle akseder, orada perdesiz, apaçık surette tecellî eder.”
Yine der Mevlâna, “Ey yolcu, çalış her zerren göz olsun, çalış her zerren kulak olsun.”
Hasan Dede, “İnsanın her zerresi göz olursa, ondan artık hiçbir şey gizlenemez, güneşten de üstündür. İnsanın her zerresi kulak olursa, o da artık her şeyden haberdârdır, her şeyi işitir. Çünkü artık Hakk ile Hakk olmuştur, Hakk’tan da hiçbir şey gizli değildir.”
Nitekim o vezir, ‘garezle karışık lâtif sözler söylemekte, gülsulu şeker şerbetinin içine zehir dökmekteydi’, fakat ‘zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karışmış bir tat sezdiler.’
Hazreti Muhammed Efendimiz bir hadîsinde buyuruyor ki: “Sana şüphe veren şeyi terk et, emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar git. Zîrâ doğruluk kalbin emînliğidir, yalan şüphedir.”
Gümüş her ne kadar parlaksa da, elde karalığı meydana çıkar. Ateş ne kadar yalımlıysa da, dumanı is bırakır. Yıldırım ne kadar göz alıcıysa da, körlüğe sebep olur.
İnsanların kalplerinde gizli olan sırları da ancak sarraf olan kâmil insan anlayabilir. Çünkü kâmil insan, mihenk taşı gibidir.
Mevlâna’nın buyurduğu üzere, “Hakla, bâtıl birbirine karıştığından, sağlam parayla kalp akçayı bu hareme döktüklerinden dolayı, ayırdetmek için hakikatleri sınamış, görmüş bir mihenk gerektir ki, bu hileleri fark etsin, şu tedbirlerin esâsı olsun.”
“Harem, mahrem olanlara mahsustur” der Hasan Dede, “Peki, mahrem ne demektir? Kendi benliğinden geçmiş ve tamamen Hakk’da yokolmuş kişidir. Sırlar ancak Allah’a gönül doğruluğu ile eğilenlere, Allah’a mahrem olanlara açılır.”
Ne güzel söyler Mevlâna bir kasîdesinde…
“Bir güzel sana yüz gösterirse, ona ayna ol, onu içine al, onunla dol. Güzel sana karşı saçlarını çözer açarsa, sen ona tarak ol, tarak!
Zenginleştin, armağanlara, mallara sahip oldun da bunlara karşılık şükrâne olarak aşkı verdin. Malı bırak, mal şöyle dursun, sen aşka şükrâne olarak kendini ver, kendini!
Bir müddet ateş oldun, rüzgâr oldun, su oldun, toprak oldun. Bir müddet de hayvan oldun, hayvanlık âleminde dolaştın. Mâdem ki, bir müddet can hâline geldin, hiç olmazsa sevgiliye lâyık bir can ol, sevgiliye lâyık bir can!”
Gönüllerde gizli olan, haber getirip götüren padişahlar var; yâni istekler, arzular var. Ve o vaatlerde bulunan padişahların hükmettiği vezirlere can fedâ eden; vezirlerinin esîri olmuş kişiler…
Fakat, ruha fitne salan ’vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları için bir boyun halkasıdır’; Allah aşkıyla yananlar, Allah’tan gayrısından kurtulmuşlardır.
Hasan Dede’nin buyurduğu gibi… “Biz bu aşkla dünya durdukça yanmaktayız ve biz yokuz hep O var, çünkü aradığımızı bulmuşuz.”
Peki ya bulamayanlar? Ne arıyorlar, neden başka yollara saptılar? Bu yollardan beklentileri nelerdir?..
İşte Hasan Dede’nin verdiği cevap: “Bizim, yâni mürşid-i kâmillerin vazîfesi, Hakk’ı arayan tâliplerin beklentilerini bir yere kadar akıl yoluyla onlara hitâb ederek karşılamak ve hakikatlere yönlendirmek, sevgisini çoğaltmak ve aşka dönüştürmektir. Yolcu aşka düştüğü zaman aradığını bulmuş sayılır ama aşka düşmedi mi yolda kalmış sayılır… Allah’ın hakikati her din ve mezhepte farklı yansımalar yapar. Onun hakikati yalnız bunlarla da sınırlı değildir. Çok daha büyük sır ve hakikatler vardır ki; ancak bilgi genişleyip perdeler kalktıkça yolcuya ruhen sunulur. Çocuğa verilen incinin nasıl kıymeti yoksa, kullanamayacak birinin elinde de bilginin kıymeti yoktur. Lâyık olan kişiyi ise bu inciler büyütür, olgunlaştırır. Hakk ve hakikate ermek için, bilgi edinmede Allah ile yola koyulmak gerekir.”
Beyit:
“Müşkülünü çözen, seni hakikate ulaştıran bilgiyi, ölüm gelip çatmadan önce iste, öğrenmeye çalış.
Aklını başına al da; şu dünyayı, yâni var gibi görünen yoğu bırak, yok gibi sandığın varı iste!”